Evde, arabada, toplu taşımada, yemek sofrasında, sıkıcı bir toplantıda ya da kendimizle baş başa kaldığımızda… Günün kaç saatini cep telefonunuza bakarak geçiyorsunuz diye sorsak, bir çoğunuz kaçamak yanıtlar verir. Neyse ki bu rakamları toparlayıp, aralıklarla yayınlayan kuruluşlar var. Onların son yayınladığı rapora göre ülkemizde internet kullanıcıları nüfusunun internette geçirdiği ortalama süre 7 saat 57 dakika.
Rapordaki dikkat çekici birkaç veriyi daha sizinle paylaşalım… Türkiye’nin 2021 Ocak ayı nüfusu 84.69 milyon. Bu sayının yüzde 77.7’si internet kullanıcısı. Yani 65.8 milyon insan aktif olarak interneti kullanıyor. 2020 yılına göre bu sayı 3.7 milyon arttı. Sosyal medya kullanıcılarının nüfusa göre oranı ise yüzde 70.8, yani 60 milyon kişi.
Herkes birbirine ‘son hız’ üzerinden meydan okuyor
Son dönemlerde, özellikle Instagram ve Tiktok’ta karşımıza sürekli arabasıyla son gaz gidip bunu video çeken, trafiğin yoğun olduğu yerlerde makas atan, bunları ‘marifet’ gibi paylaşan kullanıcıların sayısında müthiş bir artış var. Kaldı ki sadece bu videoları çekenlerin değil, daha çok izlenmesi için paylaşan ve bu sayfaların sıkı takipçisi olan bir kitle söz konusu.
Ortada sadece kendi hayatlarının değil, tüm bu süreçten habersiz olan çevredeki insanların da yaşamanın tehlikeye atıldığı bir ‘çılgınlık’ var. Biz de bu noktadan yola çıktık ve bir insanı böyle videolar çekmeye iten temel sebebin ne olduğu sorusunun peşine düştük.
Bu videoların sosyolojisinde ne var?
Merak ettiklerimize yanıt alabilmek için FutureBright Group Kurucu Ortağı Akan Abdula ile bir araya geliyoruz. Abdula ilginç bir isim... Hem Türkiye’deki sosyolojinin kodlarını çok iyi analiz edebiliyor hem de farklı ülkelerde de önemli işlere imza attığı için ‘Türkiye’yi ve diğer ülkeleri karşılaştırma’ konusunu başarıyla kotarabiliyor.
Yukarıda da bahsettiğimiz üzere, aslında çok basit ve net bir soruyla çıkıyoruz Abdula’nın karşısına… Bir insanı bu tür videolar çekmeye iten sebep ne olabilir? ‘Bakın benim lüks aracım var’ demek mi, ‘Çok iyi araç kullanırım’ mesajı mı ya da ‘Ben de buradayım beni görmezden gelmeyin’ çığlığı mı?
Koronavirüs döneminde ‘sıkışmış’ bir gençlik var
Meseleye ‘videoları çekenler’ ve ‘bunu izleyip, beğenen, sonra da yayılmasını sağlayanlar’ diyerek iki ayrı temelde yaklaşıyor Abdula.
“Gençlerin bilinç dışı motivasyonlarını izliyoruz” diyerek de çok ilginç bir giriş yapıyor konuya. Koronavirüs döneminde ‘sıkışmış’ bir gençlik olduğunu ve söz konusu kitlelerde ‘kaygı’ duygusunun öne çıktığını anlatıyor.
Sonrasında bu söylemini biraz daha açıyor ve “Bu duygunun özelliği şudur; kişi kontrolün kendinde olmadığını fark ettiği an dominant olmaya başlar. Dolayısıyla hayat üzerindeki kontrolünüzü kaybetmeye başladığınız zaman biraz paralize olursunuz. Bunun da tek ilacı vardır. Kontrol duygusunu geri almak.”
İki aracın arasından geçmek ‘kontrol bende’ duygusu veriyor
Akan Abdula’ya göre, aslında söz konusu videoları çeken gençlerin bu tarzdaki ‘akıl dışı’ riskleri almalarının ana sebeplerinden biri kontrol duygusunu yeniden hissetme arzusu.
Kontrol mevzusu dikkatimizi çekiyor… Biraz daha açmasını istiyoruz Akan Abdula’dan. “Yüksek hızda araç kullanmak, iki arabanın arasından geçmek, o kişiye hayatının kontrolünü ele aldığını gösteriyor. Hatta bunu yaparken milimetrik işlere imza atmak bu duyguyu daha da güçlendiriyor.” görüşünü paylaşıyor.
Çekenler ‘kaygılı’ peki ya beğenenler?
Akan Abdula’nın anlattıkları, bizi rahatsız eden videoların sosyolojisine dair önemli analizler barındırıyor. Her ne kadar olumlamasak da en azından hızlı gitmeyi bir gösteri sanan kullanıcıların kendi içlerindeki gerekçeleri anlıyoruz. Peki ya bu videoyu izleyenler, beğenenler ve yayanlar?
Bunu önemli buluyoruz çünkü Tiktok ya da Instagram’daki ‘akıl dışı’ hızlı giden araç videolarının yüzbinlerce beğeni aldığını görüyoruz.
Abdula burada araya giriyor ve “Hayat tarzları verisine bakmak lazım.” diyerek madalyonun ‘izleyici’ kısmını anlatmaya başlıyor…
"Türkiye’de 9 ayrı hayat tarzı var. Ülkemizde özellikle Tiktok’ta olan segmente biz ‘mahallenin öfkeli gençleri’ diyoruz. Koronavirüs döneminde yaşadıkları nedeniyle öfkeleri arttı. Çünkü gençler ve enerjileri yüksek. O enerji orada duruyor ve onu bir yere kanalize edemiyorlar. Bu nedenle öfke büyüdü.”
El attıkları her şey ‘ünlü’ oluyor
Akan Abdula anlatmaya devam ediyor ve söz konusu kesime dair “Neredeyse paylaştıkları her şey ünlü oluyor” tanımlamasında bulunuyor.
Araya girip, “Toplumda kültür yapıcı bir rol mu oynuyorlar?” diye soruyoruz… “Kesinlikle öyle” diyor Abdula ve devam ediyor:
“Türkiye’de popüler olanın ‘üst gelir grubundan alt gelir grubuna’ indiğini farz ederiz. Ama tam tersi olur. Mahalleden çıkan şeyler üst tarafta ünlü oluyor. Müzik listelerine bakın.. Hip-Hop, rap ve arabesk rap hep üst sıralarda ve çok popüler.
Dolayısıyla mahallenin genci kendisinin bir kültür yapıcı, kültür taşıyıcı kitle olduğunu fark etti ve bundan dolayı da çok ciddi bir topluluk oluştu. Bu topluluk, yarattığı her içerikle ünlü olmaya çalışıyor ve oluyor da... Onun etrafındaki benzer hayat tarzına sahip herkes de bunu alkışlayarak destek veriyor. O topluluk, bu nedenle oradan çıkan her şeyi sahipleniyor, çok hızlı bir şekilde yaymaya çalışıyor. Şu ana kadar da başarılı olmuşlar gibi duruyor.”
Sosyal medyadan gerçek hayata dönüş zor olmuyor mu?
Akan Abdula bize yola çıktığımız ilk sorunun ‘çekenler’ ve ‘beğenenler’ kısmını anlattıktan sonra aklımızı kurcalayan bir noktayı daha kendisine danışıyoruz… Sadece yüksek hızda gidenleri ya da bunu yayanları değil daha geneli merak ediyoruz…
Tüm bu illüzyon bittiğinde nasıl olacak? Yani kullanıcı kendisinin o kadar hızlı arabası olmadığını ya da o kadar iyi araba süremeyeceğini veyahut hiçbir zaman Ferrari’ye binip video çekemeyeceğini anladığı zaman, daha net bir ifadeyle ‘gerçek hayata döndüğünde’ işler nereye evrilecek?
‘Yüz filtreleri’ diyor Akan Abdula… “Hemen herkes bunları kullanıyor şimdi. Sizin düşüncenize göre bu kişilerin dışarı çıktıklarında ‘hayal kırıklığı’ yaşamaları gerek. Ancak durum hiç de öyle değil.” ifadesini kullanıyor. Sonrasını ise şöyle anlatıyor:
“Gerçek hayat kavramı bizim için geçerli. Bu nesil için geçerli değil. Küçük, mobil ekran tüketimi ülkemizde günlük 8 saate çıktı... 8 saate uykuyu da eklediğinizde zaten o kitle için gerçek hayatın bizzat orasını olduğunu, bunun dışında bir gerçeklik olmadığını görürsünüz.
Bu nedenle gerçek hayata harcayacağı 1-2 saat için bu bahsettiğiniz çekinceleri neden dert etsin ki? Onun için gerçek hayat; dijitalde harcadığı 8-10 saatlik zaman dilimi...
Bizim kuşağı ‘son mohikanlar’ olarak nitelendirmemin sebebi de biraz bu… Bizler hem çevrim içi hayatı yaşadık hem de gerçek hayatı çok net gördük. Bu nedenle sanalı ve gerçeği ayırt edebiliyoruz. Ancak bahsettiğiniz kitlelerde maalesef bu ayrım yok.”