Saatler gece yarısını çoktan geçmişti. Soğuk, karanlıkla birlikte yüzüme vuruyordu. Ege Denizi’nin ortasında, Ayvalık ile Midilli arasında, sanki sonsuz bir sessizliğin içindeyim.
Hava o kadar karanlık ki elimi uzatsam yıldızlara dokunacağımı hissediyorum.
İçinde bulunduğum Sahil Güvenlik botu, Ege Denizi’nin soğuk suyunda bir sağa bir sola yatıyor. Bekliyoruz... Çok uzağımızda olmayan Midilli’nin ışıkları, yıldızlar kadar parlak değil.
Askerler mülteci botlarının yerini saptamaya çalışıyor
Ellerimde eldiven, başımda bere, üstümde kalın bir mont olmasına rağmen üşüyünce, botun içine giriyorum. Muhabir arkadaşım Sara Firth ve saha prodüktörümüz Esra Öztürk, kırmızı ışığın aydınlattığı komuta bölümündeler. Askerler kendi aralarında konuşuyor, loş ışık altında parlayan ekranlara bakıp, mülteci botlarının yerini saptamaya çalışıyorlar. Bu telaşa rağmen, Sara’nın meraklı sorularını da yanıtsız bırakmıyorlar. Telsiz ve telefon görüşmeleri birbirini kovalıyor. Zamana karşı bir mücadele var. Esra da askerlerin konuşmalarını ve olan biteni Sara’ya anlatıyor.
Radarın saptadığı görüntüdeki hareketli cismin düzensiz göçmen botu olduğu anlaşılınca, süratle o koordinata hareket ediyoruz. İçinde bulunduğumuz Kaan sınıfı bot oldukça süratli. Karanlık suyu yarıp ilerliyoruz. Sanki suya temas etmeden gidiyormuşuz gibi hissediyorum. Gece görüş imkânı sağlayan gelişmiş sistemler sayesinde hızla ilerliyoruz. Geride sadece beyaz köpükler kalıyor.
Bütün ekipmanım hazır. İki kameram da omzumda asılı. Birinde geniş açı, diğerinde tele lensim var. Mikrofonlarım da açık. Esra, Sara’nın yaka mikrofonunu hazırlıyor.
Bottakiler el sallayıp yardım istiyor...
Radar ekranında tespit edilen noktaya ulaştığımızda, tahminler doğru çıkıyor. Hemen önümüzde içinde düzensiz göçmenlerin bulunduğu bir lastik bot var. Bottakiler el sallayıp yardım istiyor. Tahminen 40 kişiler. Bebekler, çocuklar ve yaşlılar hemen dikkatimi çekti. Dikkatimi çeken başka bir şey de lastik botun, motorunun olmamasıydı. Bu kadar yolu kürek çekerek gelmiş olamazlardı. Ama ortalıkta kürek de yoktu.
Gözüm kameramda, kameram kayıttaydı. Bu sırada, gemi kazalarında personelin tahliyesi için kullanılan bir can salı ve bir lastik botun daha yakınlarda olduğunu duydum. Bizim bot hepsini kurtarabilecek mi diye düşünürken nereden geldiğini göremediğim ikinci bir Sahil Güvenlik botu daha yanımızda bitiverdi. Botlardaki güçlü projektörler, lastik botu ve çevreyi rahatlıkla aydınlatıyordu. İkinci bot buradaki mültecileri kurtaracaktı.
Biz de can salında bulunanların yanına hareket ettik. Olan biteni anlamaya çalışıyordum. Bu insanlar kırmızı can salıyla mı Midilli’ye geçmeye çalışıyorlardı. Birazdan nasılsa hikayelerini öğrenecektik.
12 kişilik yazan bottan 20'den fazla insan çıkıyor
Botun dalgasıyla alabora olmamaları için, can salına çok nazik yaklaştık. Askerler, maskelerini takmış, beyaz tulumlarını giymişti. Can salına ip atıldı, Sahil Güvenlik botuna sabitlendi. Salın üstünde ‘12 kişilik’ yazısı vardı. Ama içinden 20’den fazla insan çıktı. İki bebek, iki çocuk ve bir yaşlı adam hemen dikkatimi çekti. İki asker mültecileri ellerinden tutarak bota çıkarırken, başka bir asker de oturacakları yeri gösteriyordu. Maske ve battaniye dağıtan askerler de vardı.
Küçük bir çocuk, genç bir adamın kucağında oturuyordu. Ayakları çıplaktı. Üstünde montu dahi yoktu. Küçük ayaklarını havada tutmaya çalışıyordu. Şaşırmış şekilde etrafa bakınıyordu. Yaşlı bir adam, titreyen ellerini birbirine sürterek ısınmaya çalışıyordu. Esra, sürekli yanımda dolaşıyor, görüş alanımın dışında kalanları bana duyurmaya çalışıyordu. Bu esnada Sara da gördüklerini kameraya anlattı. Çok duygulanmıştı. İnsan olup, duygulanmamak zaten mümkün değildi.
Bir trajediye şahit oluyorduk. Hiç tanımadığım, ismini, milliyetini bilmediğim insanlarla gecenin bir vakti, denizin ortasında bir araya gelmiştik. Arada omzuma dokunup bana bir şeyler söyleyenler oluyordu ama dillerini bilmediğimden ne dediklerini de anlayamıyordum.
Böyle zamanlarda sakin olmak, olan biteni kaçırmadan kayıt altına almak, bir yandan ayakta durmaya çalışırken bir yandan da netliği, sesi ve etrafı kontrol etmek zorlaşır. Bir de bunların üstüne duygularınız kabarır. Tabii ki önce insan, sonra gazeteciyim.
Sahil Güvenlik botu zamanında yetişmese belki de canlı kimse kalmayacaktı
Can salında kimse kalmadığında içini de çekmek istedim. Tahminen 15 cm kadar su vardı. Ve insanlar, üst üste bindirildikleri bu can salında, bu soğuk suyun içinde saatlerce oturmak zorunda bırakılmışlardı. Hepsinin üstü bu yüzden ıslaktı. Türk Sahil Güvenlik botu zamanında yetişmese, ‘Can salı’ batacak ve belki de canlı kimse kalmayacaktı.
Güvertede oturan insanların yüzlerindeki korkuyu, öfkeyi, çaresizliği, hayal kırıklığını görebiliyordum. Birbirlerini tanımayan Suriyeli, Afgan, Somalili insanlar, bir araya gelmişler ve aynı hayal için yola çıkmışlardı. Ama,Avrupa Birliği üyesi bir ülkenin kötü muamelesi ile karşılaşmışlar ve adeta ölüme terk edilmişlerdi.
Can salı tahliye edildikten sonra başka bir bölgedeki üçüncü ve son lastik bota ulaştık. Bu botta da tahminen 30-40 kişi vardı. Onları da kontrollü bir şekilde güverteye aldıktan sonra botumuz Küçükkuyu’ya doğru hareket etti. Tek seferde neredeyse 100 kişinin hayatı kurtarılmıştı.
"Türkiye’nin gösterdiği insani yaklaşım gururlandırıyor"
Ölüme itilen ve dünyada altlarındaki bottan başka hiç bir şeye sahip olmayan bu insanlara Türkiye’nin gösterdiği insani yaklaşım gururlandırıyor beni.
Röportaj yaptığımız göçmenler, Midilli’ye çıktıklarını, Yunan yetkililerin onları yakaladığını, kötü davrandıklarını, çantalarını, paralarını ve telefonlarını alıp, can salına bindirerek, Türk karasularına ittiklerini söylediler. Konuştuğumuz herkesin öfkesini hissedebiliyorduk.
Küçükkuyu Sahil Güvenlik Komutanlığı iskelesine yanaşan bottan indirilen göçmenlere, onlar gelmeden önce hazırlanan yemek paketleri ve sıcak içecek ikram edildi. Her şey sistemli, disipline ve profesyonelceydi. Battaniyeler verildi. Yol yorgunu çocuklar, annelerinin kucağında uyuyordu.
Sara, Esra ve ben, saatlerdir soğuk bir havada, dalgalı bir denizdeydik. Ama gördüklerimiz karşısında yorgunluğumuza, üşüdüğümüze dair hiç konuşmadık. Herhalde buna hakkımız olmadığını düşündük. Bir trajediye tanık olmuştuk. Gördüklerimiz sadece kameraya kaydetmedik, aklımıza da kazındı.
Elleri titreyen yaşlı amca ve çıplak ayaklarını güverteye değdirmemeye çalışan küçük çocuğun çaresiz bakışları, gözümün önünde. Bu trajedi bir gün son bulması için dilimde dua, kalbim paramparça. Mecbur kalmadıkça kimse vatanını terk edip, bir bilinmeyene doğru, lastik botun içinde yola çıkmayı göze alamaz. Üstelik doğanın sert koşullarından kurtulsalar bile pusuda değerli neyiniz varsa çalacak ve sizi soğuk sularda ölüme itecek vicdansızların olduğunu bilerek.
Haber: Güray Ervin, Esra Öztürk