Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı “Suriye’den Akdeniz ve Kafkaslar’a uzanan kriz noktalarını birleştirdiğinizde çıkan tablo, Türkiye’nin açık bir kuşatma altına alınmaya çalışıldığıdır” açıklaması gözleri bir kez daha yakın coğrafyamızda gelişen olaylara çevirdi.
Peki ama Cumhurbaşkanı’nın kast ettiği çevreleme hangi ülkeler ve olaylar üzerinden gerçekleştirilmek isteniyor, bu süreçte temel hedef ne ve en önemlisi Türkiye bu kuşatma karşısında ne yapmalı? Tüm bu soruları ve süreci askeri ve diplomatik ayaklarını uzman isimlerle konuştuk.
ABD güvenlik stratejisi gözden kaçmasın
İstinye Üniversitesi Öğretim Üyesi, Emekli Tuğgeneral Fahri Erenel’e göre Cumhurbaşkanı’nın kast ettiği çevreleme son dönemlerde kendini iyice belli etse de bu durumun temeli çok önceden atıldı.
Durumun net olarak 2017 yılında yayımlanan ABD Ulusal güvenlik Strateji Belgesi ile netlik kazandığına işaret eden Erenel, “Bu belgede Türkiye ne müttefik olarak belirtildi ne de düşman listesinde yer aldı. Bundan önceki belgelerde ‘stratejik müttefik’ olarak bahsedilen Türkiye bu belgeyle herhangi bir kategoriye sokulmadı” dedi.
Çevreleme sürecinde yaşanan olaylara dikkat çeken Fahri Erenel, şöyle devam etti:
“ABD yıllar önce Irak’a geldi ve güneyden komşumuz oldu. Irak’ta çevrelenme hareketinin en önemli adımı Barzani’nin bölgedeki bağımsızlık referandumu idi. Çevrelemenin ilk halkası buydu. Türkiye, İran ve o dönemli Irak merkezi yönetiminin karşı çıkmasıyla bu proje rafa kaldırıldı.
Öte yandan sınır içi ve sınır dışında güvenlik harekatlarında karşı karşıya olduğumuz PKK terör örgütünün Kandil ve bizi ilgilendiren diğer bölgelerini kendi koruması altına almak istedi ABD. Çünkü burada olan güçlere Suriye’de de ihtiyacı vardı. ABD’nin Fırat’ın doğusunu tamamen kontrol altına alması M4’ün kuzeyinde Türkiye’ye karşı sözde kanton bölgelerin kurulması sürecini başlattı ki bu da çevrelemenin halkalarından biriydi.”
Kantonlarla Türkiye’nin Orta Doğu bağı kesilmek istendi
Bu süreçte ABD yönetimin DEAŞ’ı Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullandığına işaret eden Emekli Tuğgeneral Fahri Erenel, bölgedeki Arap aşiretlerine karşı yapılan baskıların ‘demografik yapıyı değiştirme ve Kürt devletine alan açabilme’ amacı taşıdığını söyledi.
“Sözde kantonlarla Türkiye’nin güneyinde bir Kürt devleti oluşturup, diğer Orta Doğu ülkeleriyle olan ilişkisi kesilmek istendi” diyen Erenel, şunları söyledi:
“Bu bölge, aynı zamanda bir petrol boru hattının geçeceği en kestirme yol olarak değerlendirildi. Irak’ın kuzeyinden gelen petrol için Ceyhan’da sonuçlanan boru hattı yerine bir alternatif olarak düşünüldü. Fakat tüm bunları Türkiye çeşitli müdahalelerle kırdı.
ABD’nin özellikle Yunanistan’ı destekler şekilde Dedeağaç’ta kalıcı hale gelmesi, Balkanlara yerleşmesi, Bulgaristan’da dünya genelindeki en önemli 6. üssü olarak kabul ettiği tesisi açması, buradaki asker sayısını artırması, Romanya’ya asker kaydırması, Karadeniz’de bombardıman ve keşif uçağı sayısındaki artış gibi şeylere baktığımızda ve buna eklenen son halka ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun Yunanistan için söylediği Akdeniz’de barışın ve istikrarın sütunu ifadesinde de görüldüğü üzere yakın destek var.
ABD, Büyük Ortadoğu Projesi'nin büyük bölümünü başlattı. Türkiye ve İran bundan etkilenmedi. Suriye ve Irak parçalandı gitti. Libya aynı durumda. ABD’nin temel hedefi BOP çerçevesinde karşısında çok büyük engel gördüğü İran ve Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak, iç savaşa sürüklemek ve nihayetinde farklı küçük devletlere bölmek.”
Türkiye ‘özne’ olunca diğer aktörler rahatsız oldu
Beykent Üniversitesi Avrupa Birliği Uygulama ve Araştırma Merkezi Başkanı Doç. Dr. Armağan Gözkaman da “Türkiye’nin çevrelenmesi aslında Ankara’nın başka devletleri ‘rahatsız edici’ birtakım uygulamalara yönelmiş olmasıyla ilişkili” görüşünde.
“Biliyoruz ki eğer herhangi bir bölgede daha önce var olmayan herhangi bir aktör var olursa veya aslında uzun süredir var olan ancak etkinlik seviyesi düşük olan bir aktör mevcut faaliyetlerini artırma durumuna geçerse, o zaman diğer aktörler diğer devletler, diğer yapılar tarafından tepkiyle karşılanır” diyen Gözkaman, Türkiye’nin neden çevrelenmek istediği sorusuna şu yanıtı verdi:
“Türkiye son dönemlerde, özellikle böyle bir süreç içerisinde. Var olduğu coğrafyada daha önce daha statükocu diyebileceğimiz, daha mevcut durumu korur ve ona uygun vaziyette iken aktiflik seviyesini artırarak bazı devletleri rahatsız etmiş olabilir.
‘Türkiye Cumhuriyeti çevreleniyor’ ifadesini Türkiye’yi özne durumuna getirerek yorumlamayı tercih ediyorum. Çünkü çevrelenmek psikolojisini yaratan ‘Bu hareketi tercih etmiyoruz’ yaklaşımına bürünmelerine sebep olan durum Türkiye’nin bir özne olarak faaliyet artırmasıyla ilgili.
Oruç Reis örneğini almak lazım. Meis adası açıklarında yer altı kaynaklarını araştıran bir gemi, birtakım çevrelerin özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’ı neden rahatsız eder?
Meis tesadüfen seçilmiş bir ada değil. Stratejik bir yeri var. Oradan bir çizgi çizip münhasır ekonomik bölge yerleri üzerinden değerlendirirseniz, Yunanistan ve GKRY MEB alanlarının Meis üzerinden birleştiğini görürsünüz. Orada iki ülke için bir köprü niteliğinde…”
Türkiye sessiz kalma lüksüne sahip değil
Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada orta ölçüde kaynaklara sahip büyük bir güç olarak bazı çevrelerin dikkatini çeker bir konuma geldiğini ve sıkıntıların bu noktadan itibaren yaşanmaya başladığına işaret eden Doç. Dr. Armağan Gözkaman, şöyle devam etti:
“Türkiye bulunduğu bölgedeki sahip olduğu güç anlamında sessiz kalıp diğerlerinin bu bölgeyle ilgili ciddi kararlar almasına seyirci kalma lüksüne sahip değil. Bunun altını çok net olarak çizmek lazım.
Ankara’nın hükümetlerden bağımsız olarak bölgesel politikaları etkili bir şekilde gerçekleştirilmesi gerekiyor. Bugün mevcut olan parti ileride mevcut olmadığında dahi aynı geleneğin sürdürülmesi lazım. Şu an benim görebildiğim kadarıyla karar alıcıların yaptıkları da böyle bir şey.”
Bütün milli güç unsurlarımız çevreleniyor
Terör ve Güvenlik Uzmanı Abdullah Ağar ise Türkiye’ye yönelik çevrelemenin sadece siyasi ve askeri açıdan değil bütün milli güç unsurlarını ilgilendiren açılardan ve jeopolitik bir fotoğraf üzerinden kuşatılmaya çalışıldığı uyarısında bulundu.
Sahada görev yaptığı yıllardan bir örnek anlatan Ağar, “Bağdat’ta görevdeyken, ‘Türkiye’den Orta Doğu’ya açılan güvenli yolları bulalım’ dedik. Bir tane yol bulamadık. Bütün yollarda bir şekilde, Türkiye’nin ekonomik açılımını engellemek üzere pek çok engel oluşturulmuştu” dedi.
Türkiye’nin Ovaköy sınır kapısını açma idealine atıfta bulunan Abdullah Ağar, şöyle devam etti:
“Maksadımız ne? Öncelikle Telafer'e erişelim. Telafer’den bir koluyla Musul-Kerkük istikametine gidelim, bir koluyla Selahaddin istikametinden Bağdat’a ve oradan da aşağılara uzanıp Basra’ya kadar inelim…
Farklı eksenlerdeki güçlerin ve bölgedeki ülkelerin hiçbiri bunu istemiyor. Neden? Belli ki bir kurgu var.
Diğer tarafta Doğu Akdeniz, Ege meselesi var... Denizlerden kuşatılmayla ilgili başka bir fotoğrafla karşı karşıya kalıyoruz. Deniz kaynaklarının bizim dışımızda paylaştırılmasıyla ilgili bir durumla karşı karşıya kalıyoruz.”
Trilyon dolarlık kaybımız var
Türkiye’nin YPG-PKK ve diğer radikallerle yaşadığı sorunları ‘çevrelemenin bir diğer basamağı’ olarak gören Terör ve Güvenlik Uzmanı Ağar’a göre mesele bu örgütlerin aklından değil, bu örgütleri Türkiye’ye karşı kullananların ortaya koydukları jeopolitik amaçlardan kaynaklanıyor.
“Biz yaklaşık 36 yılımızı gömdük PKK’ya” diyen Ağar, şunları söyledi:
“Biz 36 yıl hapsolduk ve bir kavram kuşatması ile de karşı karşıya kaldık. Bu süreçte 1,1 trilyon dolarlık kaybımız da oldu. Bütün milli güç unsurları baskıyla karşılaştı ve ne içeride ne de dışarıda gömleğimizi yırtamadık – ayaklarımızdaki prangaları atamadık.
6-8 Ekim olayları ve isyana varan süreci bastırıp tam ‘düzlüğe çıkacağız’ derken 15 Temmuz darbe girişimi geldi. Darbe girişiminden sonra ordumuz sürekli bozguna uğratılmaya çalışıldı ve milli güç unsurlarımız baskı altına alındı.
Buna rağmen Irak’ta, Suriye’de, Doğu Akdeniz’de ve Libya’da jeopolitik bir mücadeleye tutuşmuşken bir anda Yunanistan balon yaptı, bir anda Kafkaslar balon yaptı. Niye? Çünkü jepolitik mücadelenin diğer denklerim bunlar…”
“Türkiye baş aktördür, umuttur”
Abdullah Ağar, Türkiye’nin gerek Türk cumhuriyetleri gerek İslam dünyası açısından son derece başat bir aktör olduğuna işaret ederek, “Türkiye bir umuttur. Şimdi hem ürettiği gelişmişlik, hem tarihi ve genetik kökleri ve diğer özellikleri bir araya gelince Türkiye’nin ‘yeşerdikçe budandığı, kurudukça sulandığı’ bir hale getirildiğini görüyoruz. Çünkü Türkiye o güçler için de çok önemli ve kendileri de kullanmak istiyorlar” ifadesini kullandı.
Dış güçlerin kendilerine bağlı bir proxy bir Türkiye hedeflediğini anlatan Ağar, sözlerini şöyle tamamladı:
“Türkiye buna baş kaldırınca kızılca kıyamet koptu. Büyük bir güvensizlik oluştu biliyorsunuz. Yani özellikle terör örgütlerine sağladıkları destek, PKK ve FETÖ’ye sağladıkları destek, asimetrik örgütleri kullanmaları, bölgede ve Türkiye’de istikrarsızlık yaratmaları…
Türkiye bunları gördü ama teslim olmadı. Teslim olabilirdi. Biat edebilirdi. Biat etmedi, mücadele etti. Bu mücadele zorlu geçecek. Ama bu mücadeleyi mutlaka ama mutlaka kazanacak çünkü Türkiye son derece güçlü bir ülke. Yeter ki kavramsal bir hata yapmasın.”
Kamera: Serhan Sevin