Rekor üzerine rekor kırılıyor, birbirini ardına gelen sıcak hava dalgaları ülkemizi etkisi altına alıyor. Küresel ısınma ile El Nino hava akımının etkileri artık iyiden iyiye hissedilmeye başlandı. Bu etki sadece havada ve toprakta değil, elbette denizlerde de kendisini gösteriyor.
Peki Türkiye’yi çevreleyen denizlerde son durum ne? Küresel ısınma ve iklim değişikliği ne gibi sonuçlar doğuruyor? En çok hangi deniz tehlike altında? Bu soruların yanıtları için Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Barış Salihoğlu ile konuştuk.
Türkiye’nin denizleri her geçen gün ısınıyor
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü, 1984'ten bu yana düzenli olarak Türkiye'yi çevreleyen denizlerdeki sıcaklık değerlerini ölçüyor. Ancak son yıllardaki ölçümler hiç de iç açıcı değil.
“Küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği son 40 yılda dünya denizlerinde ortalamada 1 derece ila 1 dereceyi biraz aşan artışlara sebep oldu” diyerek söze başlıyor Salihoğlu. Bu iklim değişikliğinden en fazla etkilenen bölgelerden birinin de Türkiye’nin de yer aldığı Akdeniz Havzası olduğunu söylüyor. “Dolayısıyla bizim denizlerimizde sıcaklıklar dünya ortalamalarından daha fazla arttı” diyen Salihoğlu, 40 yıllık verilere göre denizlerimizdeki sıcaklık artışını şöyle anlatıyor:
“Ülkemizi çevreleyen denizler çok kırılgan. İklim değişikliğinden en fazla etkilenen denizler olarak da öne çıkıyorlar. Deniz suyu sıcaklıklarında en fazla artışı Akdeniz'in doğusunda İskenderun ve Mersin Körfezleri gösterdi. Bu bölgelerde 2 dereceye yakın artışlar oldu.
Marmara Denizi’nde yine 1,5-2 derece arası artış görüyoruz. Karadeniz'in doğusunda 2,5 dereceye yakın bir artış olduğunu yaptığımız ölçümler gösteriyor. Karadeniz’de doğudan batıya gittiğimizde bu sıcaklıklardaki hassasiyet biraz daha azalıyor. Orta Karadeniz 2, Batı Karadeniz 1,5 dereceye yakın artışlar göstermiş.
Ege Denizi’nin yapısından ötürü kıyılarda sürekli dipten gelen soğuk su var. Dolayısıyla Ege'de bir artış görmedik. Yaklaşık 1 derece ortalamada. İzmir Körfezi gibi yerlerde değişkenlik gösterse de Ege'ye topyekûn baktığımızda o soğuk yapısını korumaya devam ediyor. Dünya ortalamalarında bir ısınma gözlüyoruz.”
“Denizlerimizde 2 derecelik bir fark görüyoruz”
Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Salihoğlu’na Türkiye’nin denizlerinin olması gereken sıcaklık değerlerini de soruyoruz. Salihoğlu, Karadeniz ve Marmara’da 26-27 derecelik sıcaklıklar gözlendiğini belirtiyor. Oysa bunun 24 derecelerde olmasının beklendiğini vurguluyor. “2 derece net bir fark görüyoruz” diyen Salihoğlu Akdeniz’e dikkati çekiyor:
“Mersin, Antalya körfezlerine baktığımız zaman buralarda 30 derecelere dayanmış durumda. Bu kadarının olmaması gerekiyor. Tarihsel veriye baktığımızda 27-28 dereceyi bekleriz. Hatta bazı dönemler daha düşük geçmiş, ağustosta Akdeniz’de 25 dereceyi gördüğümüz yıllar olmuş.”
“Deniz suyu sıcaklığındaki hızlı ivmelenme tarihsel olarak yok”
Prof. Dr. Salihoğlu, deniz suyu sıcaklığındaki derece artışının çok hızlı gerçekleştiğini de söylüyor. “40 yılda bu kadar hızlı bir ivmelenme tarihsel olarak yok” diyor ve atmosferdeki karbondioksit seviyelerindeki artışa işaret ediyor. “Karbondioksit seviyeleri tarihte görülmemiş seviyelere çıktı bu yıl ve çok kısa sürelerde, 60-70 yıl içinde bu artışları gördük. Gittikçe de hızlanıyor. Son yıllarda gördüğümüz o ki, ivmelenme devam ediyor” diyor.
Akdeniz’deki sıcaklık artışı istilacı türlere yarıyor
Prof. Dr. Salihoğlu’nun değindiği önemli bir nokta da bozulmaya başlayan denizlerdeki ekosistem. Özellikle Akdeniz'de görülen deniz suyu sıcaklık artışı, buradaki türleri değiştiriyor ve ciddi bir biyoçeşitlilik kaybı söz konusu. “Denizanası istilaları, zararlı alg patlamaları, müsilaj gibi olaylar daha sık görülecek” diyor Salihoğlu. Oksijensizleşmenin de giderek hızlanacağına vurgu yapıyor:
“Soluduğumuz oksijenin yarısından fazlası denizlerimizden geliyor ve atmosferdeki karbondioksiti absorbe etme kapasitelerinin de giderek azaldığını görüyoruz. Oksijensizleşmenin ana kaynağı kirlilik ama iklim değişiminin de sıcaklık artışlarının da etkileri var.”
Deniz suyundaki sıcaklık artışının birçok sonucu da var. Salihoğlu bunları şöyle sıralıyor:
“Bulunduğu ekosisteme adapte olmuş türlerin artık orada yaşayamaz hale gelmelerine sebep olmakta. Bir de denizlerin fiziksel yapısını değiştiriyor. Yani denizdeki akıntı sistemleri değişiyor. Tabakalaşma denizlerde artıyor ve üretim giderek düşüyor. Ayrıca okyanus asitlenmesi dediğimiz olay vuku bulmakta. Bu da bazı türlerin bu bölgelerde yaşamasının önüne geçmekte.”
Mersin Körfezi ve civarındaki doğal balık türlerinin giderek azaldığını, yarısından fazlasının artık istilacı türlerden oluştuğunu dile getiriyor Prof. Dr. Salihoğlu. “Süveyş Kanalı’nın açılmasının ötesinde bu duruma yol açan ana sebep mevcut ekosistemin zayıflaması” diyor.
“Bir ekosistem zayıflarsa, biyoçeşitlilik azalırsa bu ekosistemde fırsatçı dediğimiz türler daha kolay yer bulur. Kızıldeniz'den gelenler de böyle fırsatçı türler olduğu için bu açığı hızla doldurmuş durumdalar. Geleceğe yönelik, koruma alanları arttırılırsa, biyoçeşitlilik ve ekosistemin direnci güçlendirilirse sistem buna daha dayanıklı hale gelir. Çünkü zaten bir iklim değişimi baskısı var. Kısa vadede ve orta vadede çok bir şey yapamıyoruz. Kirlilik baskısını, av baskısını azaltırsak, kıyılardaki yapılaşmayı kontrol altına alırsak, geleceğe daha umutla bakabiliriz. Koruma alanları ve kirliliğin azaltılması, bu noktada kritik.”
Denizlerimizi istila eden fırsatçı türler arasında, koruma mekanizmaları gelişmiş zehirli türler de var. Ekosistemi bozdukları gibi ekonomik kayıplara da yol açıyorlar. Denizden alınan gıdayı azaltıyor, turizmi olumsuz etkiliyor, insan sağlığına yönelik de tehditlere neden oluyorlar.
Marmara Denizi can çekişiyor: İlk defa 30 metrelerde oksijenin sıfırlandığını gördük
Deniz suyu sıcaklıklarındaki artış ve devam eden kirlilik… Bu iki faktör akıllara müsilaj tehlikesini getiriyor. Uzunca bir dönem Marmara Denizi’ni esaret altına alan müsilaj kabusu yeniden ortaya çıkabilir mi? Bu sorunun yanıtı için Prof. Dr. Salihoğlu’na dönüyoruz:
“Marmara’da yeniden bir müsilaj olasılığı mümkün. Ancak şunun altını çizmek istiyorum. Marmara'daki tek sorun müsilaj değil. Mevcut kirlilik yükü, oksijen durumu çok kritik seviyelerde. 25-30 metrenin altında oksijen artık, oksijenli yaşama el verecek seviyelerin altına inmiş durumda. Gemimiz Marmara'da araştırmalar yapıyor. İlk defa 30 metrelerde oksijenin sıfırlandığını gördük. Bu da Marmara'nın durumunun çok iç açıcı olmadığını maalesef gösteriyor.”
Marmara Denizi nasıl kurtulur?
Kirlilik, av baskısı ve iklim değişikliği... Marmara’nın can çekişmesinin nedenleri. Detaylarını ise Prof. Dr. Salihoğlu şöyle anlatıyor:
“Marmara'ya gerek şehirlerden deşarjları gerek nehirlerden ulaşan tarımsal ve endüstriyel kirliliği hızla azaltmamız lazım. Marmara Denizi Eylem Planı önemlidir ve onu harfiyen uygulamamız gerekiyor. Sonra balık avcılığı çok kritik. Özellikle Boğazlar çevresinde, balıkların geçiş alanında balıkçılığın durdurulması gerektiğini düşünüyoruz. İklim değişimi de ciddi bir yük. Marmara Denizi 2 derece ısınmış durumda. Marmara kıyılarında yapılaşma ya da deniz trafiği gibi başka baskılar da var. İstilacı türlerin baskıları da söz konusu ama bu durum şu anda daha ikinci planda.”
Marmara Denizi’nde oksijenin azalması demek ekosistemin tamamen bozulması ve hatta oksijenli solunum yapan canlıların yaşayamaması demek. Belli derinliklerin altında oksijenli solunum yapmaya elverişli koşullar ve o koşullara uyumlu türler artık yok. Balıklar yüzeye sıkışmış durumda. Bu durum Marmara’yı bambaşka bir ekosisteme çeviriyor. “Oraya yabancı türler, oksijensiz solunum yapan türler yerleşiyor ve sisteme yön vermeye başlıyor. Marmara giderek Karadenizleşiyor” diyor Prof. Dr. Salihoğlu.
Aslında Marmara Denizi çok hassas bir deniz. İki deniz arasındaki geçiş noktası… Salihoğlu, “Marmara kendi başına koca bir boğaz” diye anlatıyor. Marmara Denizi’nin koruma alanı ilan edilmesinin büyük bir gereklilik olduğu görüşünde. Hatta koruma alanı ilanının tüm denizler için de ihtiyaç olduğunu söylüyor:
“Bir an önce denizlerimizin ciddi bir yüzdesinin korumaya alınması gerekiyor. Bizim önerimiz yüzde 30’unun 2030’a kadar koruma alanı ilan edilmesidir. Çünkü denizlerimizin ekosistemi çok yıpranmış durumda ve bu denizlerden olan ekonomik faydayı da azaltmakta. Mavi ekonomi ilkeleri dediğimiz ilkeleri benimsememiz ve denizlerden sürdürülebilir fayda sağlama yönünde adımlar atmamız gerekiyor. Bunları yaparsak hem daha sağlıklı ekosisteme kavuşuruz hem de denizden olan ekonomik faydayı arttırmış oluruz.”