Çok Bulutlu 5.6ºC Ankara
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Düzce
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kahramanmaraş
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kilis
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Şanlıurfa
  • Şırnak
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak
Gündem
TRT Haber 08.03.2020 15:13

Yunanistan'a sığınmacı çağrısı: Sen de kapılarını aç

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sığınmacılarla ilgili, "Ey Yunanistan sana sesleniyorum, sen de kapılarını aç, gitsinler diğer Avrupa ülkelerine" dedi.

Yunanistan'a sığınmacı çağrısı: Sen de kapılarını aç

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen "Türkiye’nin Kahraman Kadınları" programında, Türkiye'nin ve dünyanın tüm kadınlarının 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü tebrik etti.

Şehitlerin annelerine, eşlerine ve çocuklarına sevgi ve saygılarını sunan Erdoğan, şehit annelerinin röportajlarının yer aldığı kısa filme değinerek, "Az önce ekranda, perdede onların o duygu dolu tespitlerini, ifadelerini dinledik, izledik. Ne mübarek anneler ve ne güzel ifadeler..." diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarından öne çıkan başlıklar:

"Rabbimiz, şehitlerimizi cennetle müjdeliyor"

Bizim inancımızda şehadet nasıl en yüksek mertebeyse, şehit annesi, eşi ve çocuğu olmak da aynı şekilde özel bir statüdür. Rabbimiz, şehitlerimizi cennetle müjdeliyor. Bize düşen görev de şehitlerimizin geride bıraktıkları emanetlerine devlet ve millet olarak en iyi şekilde sahip çıkmaktır. Hamdolsun ülkemizde bu konuda oldukça güçlü bir sistem kurduk. Şehitlerimizin özellikle yakınlarının istihdamdan eğitim öğretime kadar tüm meselelerini çözmeye çalışıyoruz. Bu ülkenin, milletimizin her bir ferdinin özellikle de şehitlerimizin ailelerinin, annelerinin, babalarının, eşlerinin ve çocuklarının dualarıyla ayakta durduğuna tüm kalbimle inanıyorum.

Toprak normalde baktığınız zaman tarladır, arazidir ama şehit kanlarıyla yoğrulduğu zaman onun adı vatandır. İşte üzerinde bulunduğumuz bu vatanı vatan yapan, o şehitlerimizin kanlarıdır. Arif Nihat Asya'nın mısralarında ifade ettiği gibi şehitler tepesini bekleyen kahramanlarımız var oldukça bu ülkede bayrağımızı indirmeye, ezanlarımızı susturmaya, istiklalimizi elimizden almaya, istikbalimizi karartmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Biz göremesek de şehitlerimizin diri olduğunu ve onlarla tekrar bir araya geleceğimizi, ruz-i mahşere kadar bizimle yol yürüyeceklerini biliyoruz.

"Kadına bakışımız çok açık ve net"

Her 8 Mart'ta olduğu gibi bugün de tüm dünyada ve Türkiye'de kadın meselesi enine boyuna konuşulacak, tartışılacak. Kadına bakışımız çok açık ve net. İlk insandan beri insanlığın yarısı erkek, yarısı kadındır. Bunlardan hangisini çıkartırsanız çıkartın, geriye insanlıktan eser kalmaz. Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'de verilen mesajlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar denilerek insanlığın tamamına teşmil edilmektedir. Annelerimize, kız kardeşlerimize, eşlerimize, kız evlatlarımıza, tüm kadınlarımıza göstereceğimiz saygı, muhabbet aslında tüm insanlık adınadır. Dolayısıyla erkek olarak kendimiz için ne düşünüyor, ne istiyor, ne bekliyorsak kadınlar için de aynı duygular içinde olmamız gerekiyor.

"Kadını meta olarak gören toplumun geleceği aydınlık olamaz"

Nerede kadınlara, yeni doğan kız çocuklarına yönelik bir ayrımcılık, bir husumet, bir aşağılama varsa orada helak vaktinin yakındır. Kadını insan değil, meta olarak gören, sırf cinsiyetinden dolayı zulmeden hiç bir toplumun geleceği aydınlık olamaz. Artık biz o cahiliye döneminin kız çocuklarını, diri diri toprağa gömen bir asrı, bir zamanı asla yaşamak istemiyoruz. Bugün de benzeri var mı? Bazı toplumlarda ne yazık ki var ama bunu yaşamak istemiyoruz, yaşamayacağız ve yaşatmayacağız. Hamdolsun bizim inancımızın da kültürümüzün de özünde böyle bir ayrımcılık yoktur. Elbette cinsiyetinden bağımsız olarak nasıl her insanın farklı özellikleri, farklı sınırları, farklı kabiliyetleri varsa, aynı durum erkek ile kadın arasında ve kadınların kendi arasında da mevcuttur.

"İnsanın maalesef zalim bir tarafı olduğunu kabul etmek durumundayız"

Temel haklar dışında insanların tamamını tornadan çıkmış gibi tek bir ölçü ile değerlendirmek, eşitlikçi değil, zorba, faşizan, sapkın bir yaklaşım olacaktır. İnsanın maalesef zalim bir tarafı olduğunu kabul etmek durumundayız. Tarih boyunca olduğu gibi bugün de çeşitli saiklerle ve yöntemlerle insanın insana yaptığı ve tasvibi mümkün olmayan zulümlere şahit oluyoruz. Bu konuda her gün dünyanın dört bir yanından gelen pek çok haberlerle, görüntüyle karşılaşıyoruz.

"Elbette bu kötü manzaradan kadınlar nasibini alıyor"

Kökeninden, inancından, konumundan dolayı ezilen, horlanan, dövülen, sürülen hatta öldürülen milyonlarca insanın yürekleri yakan trajedisi karşısında üzüntülüyüz. Elbette bu kötü manzaradan kadınlar nasibini alıyor. Tabii afetlerden savaşlara, kıtlıklardan toplumsal kargaşalara kadar her krizin en ağır faturasını çocuklarıyla birlikte kadınlar ödüyor.

"İnsanlık buna karşı maalesef sessiz kalıyor"

Suriye'de uzun yıllardır süren insani krizin yol açtığı yıkıntılara bakıldığında, altında çoğunlukla kadınlar ve çocuklar görülüyor. Evlerinden edilen insanların sığındığı kamplarda aynı manzarayı göreceksiniz. Sınırlarımız içinde yaşayan Suriyeli kardeşlerimizin büyük bir bölümü yine kadınlar ve çocuklardan oluşuyor.

İdlib'de bunları görmedik mi? Bütün bunları görürken, bizim yüreklerimiz dağlanırken, insanlık buna karşı maalesef sessiz kalıyor. Avrupa'ya gitme umuduyla, kara ve deniz sınırlarına yığılan mülteciler arasında en çok sıkıntıyı kadınlar ve yavruları çekmiyor mu? Hatta o botları Yunan askerleri şişlemek suretiyle, Ege'nin o azgın dalgalarına bırakırken, anneler ve çocuklar orada ölümle baş başa bir mücadeleyi vermiyor mu?

Peki, Batı bütün bunlar karşısında ne yapıyor? Batı'nın bütün bunlar karşısında acaba yüreği yanıyor mu? Hayır. Sesi çıkıyor mu? Hayır. Bu tablo karşısında yüreği yanmayanın, kalbi titremeyenin, zihni karıncalanmayanın insanlığından şüphe etmek gerekir. Ben şüphe ediyorum. Maalesef karşımızda sadece kendi konforunu, kendi refahını korumak adına bu manzaraya sırtını dönen koskocaman bir dünya vardır.

"Sadece laf laf laf... Başka bir şey yok"

8 Mart'ın kadınlara özel bir gün haline gelmesinin hikayesini herkes biliyor. Yaklaşık 1,5 asır önce, ABD'de yaşanan bir grev sırasında hayatını kaybeden kadın işçiler anısına 1977 yılında o günden bugüne başlatılan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamaları elbette önemlidir. Kadınların sorunlarına dikkat çekmeyi gaye edinen bugünün, günümüzdeki yaşanan krizler için de bir hassasiyet olmasını dilerdim. Ancak Suriye'de 9 yıldır süren insani krizde hayatını kaybeden 1 milyona yakın insandan çok önemli bir bölümü kadın ve çocuk olduğu halde, bu konuya kimsenin güçlü bir şekilde dikkati çektiğini görmedik, duymadık, bilmiyoruz. İşin içindeyim, ne olduğunu, ne bittiğini gayet iyi biliyorum. Ama ne yazık ki hiç bir ülkenin bu konuda hassasiyeti yok. Sadece laf laf laf... Başka bir şey yok.

"Bunlarda insaf yok, bunlarda insanlıktan nasibini almak yok"

Avrupa kapılarına dayanan yüz binlerce insan içindeki kadınlara yapılan eziyetleri, önlerine dikilen tel örgüleri, dövülerek hatta vurularak geri gönderilme çabalarını kimsenin kınadığını da işitmedim. O 3-5 yaşındaki yavruları görüyorsunuz. Yunanistan sınırına giderken, tarlalar içinde ekranlarda izlemişsinizdir. Düşe kalka o 3 yaşındaki yavrunun nasıl sınıra doğru yürüdüğünü herhalde izlemişsinizdir. Ben, torunuma da onu gösterdim. Bak dedim senin gibi, düşüyor, kalkıyor. Niye biliyor musun dedim? O kötü amcalardan kurtulmak için. Ortada böyle bir zulüm var. O da bana soruyor. 'Bunlar kötü amcalar mı?' Evet oğlum, bunlar kötü amcalar. Bunu yaptılar. İnanın ellerinden gelse, onları bile süngülerler. Bunlarda vicdan yok, bunlarda insaf yok, bunlarda insanlıktan nasibini almak yok.

"Ey Yunanistan, şimdi sana da sesleniyorum"

Ey Yunanistan, bu insanlar sende gelip kalmayacak. Senden gelip geçecek ve Avrupa'nın bir başka ülkesine geçecek. Niye rahatsız oluyorsun? Biz size dedik. Bak bu böyle giderse, biz bu kapıları açacağız. Siz inanmadınız. Ey Yunanistan, şimdi sana da sesleniyorum. Sen de kapılarını aç ki açtılar, bu yükten kurtul. Gitsinler Avrupa'nın diğer ülkelerine. Başka bu işin çıkışı yok. Adil bir yük paylaşımı diyorsak, bu adil yük paylaşımına biz de ortak arıyoruz. Şu anda bizde hala 3,5 milyon mülteci var.

 


 

"O anneleri yerlerde nasıl sürüklediğini görmüyor muyuz?"

Vicdanları nasır tutmuş bir dünyanın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlaması riyakarlıktır. Terör örgütünün katlettiği kadınları, çocuk yaşta ailelerinden kopartarak, her türlü istismarı yaptığı ve ölüme sürdüğü kız çocuklarını görmeyenlerin 8 Mart kutlaması yapması riyakarlıktan öte bir durumdur.

Diyarbakır'da HDP'nin kapısı önünde gözleri yaşlı annelerin 6 ayı aşkın bir zamandır dağa kaçırılan yavrularını beklemelerini acaba dünya kadınlar gününü kutlayanlar, gelip de oralarda bu anneleri ziyaret ettiler mi? Etmediler. Onlar da edecek zaten yüz de yok. Onların etmelerinin de bazı şartları var. Hep onlar, o şartların oluşmasını beklerler. Şu anda peyderpey 11, 12, 13 kaçıp annelerine, babalarına kavuşanlar oluyor. Aynı şekilde Filistin'de kendi evlerini ve topraklarını savunan kadınların üzerine buldozerler süren, sokakta yürüyen kız çocuklarını kurşunlayan, her fırsatta masum insanların üzerine dipçikle köpekle gazla saldıranları görmezden gelen bir dünya için söylenecek söz bulmakta zorlanıyoruz.

İsrail aynısını orada yapmıyor mu? Aynısını yapıyor. O anneleri yerlerde nasıl sürüklediğini görmüyor muyuz? Onları yavrularına sarılayım derken, onları yerlerde nasıl sürüklediklerini görmüyor muyuz? Ama ne diyorlar. 'İsrail'e bu kadar acaba sizler ifadelerde bulunursanız bu ilişkiler noktasında pek hayra alamet olmaz' Biz şu anda hakla beraberiz, batılla değil. Bunu bir defa iyi ayırt etmemiz lazım.

Kadın bedenini şatafatlı ambalajlar altında köle ticaretinden daha beter bir şekilde metalaştıranların, 8 Mart'ı da aynı amaçla kullanmasındaki ironiyi de sizlerin takdirine bırakıyorum.

"8 Mart'ta söylenen her şey eksik, yapılan her şey de sonuçsuz kalacak"

Ağızlarından kadın haklarını düşürmeyenlerin, inançlarına uygun şekilde giyinmek, yaşamak isteyen kadınlara hayat hakkı tanınmaması karşısında sergiledikleri suskunluğu da bu tabloya ilave etmemiz gerekiyor. Kadını insandan bağımsız müstakil bir varlık olarak konumlandırma çabalarının vardığı yer işte burasıdır. Ne zaman ki 8 Mart'ı sadece belirli bir kesimin değil, tüm kadınların meselelerinin konuşulduğu bir tarih haline getirirsek işte o zaman gerçek kadınlar gününe dünyada kavuşmuş olacağız.

Bu tarihe kadar 8 Mart'ta söylenen her şey eksik, yapılan her şey de sonuçsuz kalacak. Biz kendi adımıza, insan ve kadın meselesini medeniyetimizin ve kültürümüzün işaret ettiği eşrefi mahlukat yani yaratılmışların en şereflisi sınırları içinde konuşmaya, tartışmaya devam edeceğiz.

"Aile yapımızı korumaya özel önem verdik"

Birliğimizi beraberliğimizi, kardeşliğimizi hiç kimse parçalayamayacaktır, bölemeyecektir ve yolumuza da emin adımlarla yürüyeceğiz. Başbakanlığım ve Cumhurbaşkanlığım döneminde ülkemizde gerçekleştirdiğimiz reformlar arasında kadınlarımızın meselelerinin çözümüyle ilgili olanlar çok önemli bir yer tutar. Anayasamızdan kanunlara kadar tüm mevzuatımızda kadınların haklarını korumaya, ayrımcı uygulamaları ortadan kaldırmaya yönelik çok ciddi düzenlemeler yaptık. Bu çerçevede aile yapımızı korumaya özel önem verdik. Aile yapımıza yönelik en büyük tehditlerden biri olarak gördüğümüz kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda etkin tedbirler aldık. Bu tedbirlerin istismarını engelleyecek ve gerekiyorsa asıl amacın gerçekleşmesine yönelik ilave adımlar atacağız.

İstihdamdaki kadın oranları 

Kadınların iş hayatında giderek daha fazla yer alması Türkiye'yi zayıflatan değil, tam tersine güçlendiren bir gelişme. İstihdamdaki kadın oranı 2002'den 2019'a kadar yüzde 45'e yakın artarak 9 milyon sınırına dayanmıştır. Böylece kadınların iş gücüne katılma oranı yüzde 27,9'dan yüzde 34,9'a, toplam istihdamdaki kadın oranı yüzde 25,3'ten yüzde 28,8'e yükselmiştir. Ailedeki sorumluluklarını yerine getirerek iş hayatında yer almak isteyen kadınlarımız için de doğum izinlerinden kreşlere kadar her alanda gereken düzenlemeleri yaptık. Eğitim öğretimde hamdolsun kız çocuklarımızla erkek çocuklarımız arasında hiçbir fark kalmadı. Siyasal hayata ve karar alma mekanizmalarına katılım konusunda da cumhuriyet tarihimizin en üst seviyesine ulaştık. Meclisimizdeki 600 milletvekilimizden 104'ünün kadınlardan oluşması yeterli değilse de önemli bir orandır.

"Sürekli hedef büyütüyor, mücadele çıtasını yükseltiyoruz"

Önümüzdeki dönemde de "mutlu kadın, uyumlu aile, müreffeh toplum" hedefi doğrultusunda çalışmayı sürdüreceğiz. Aile merkezli kadın ve erkek açısından adil ve uyumlu bir toplum yapısını geleceğin teminatı olarak görüyorum.

Sürdürülebilir kalkınmanın yolunun buradan geçiyor. Milletimizi kadınıyla erkeğiyle bir bütün olarak büyük ve güçlü Türkiye hedefimize ulaştıracağız. Bu konuda desteğinizi bekliyoruz. Aksi takdirde kadın elinin değmediği her iş gibi bu gayretimizde eksik kalır, aksar, hedefine ulaşmaz. Türkiye'nin kadınlarına güvendiğimiz için sürekli hedef büyütüyor, mücadele çıtasını yükseltiyoruz.

"Temenni ederim ki, daha farklı neticeler alarak Belçika'dan inşallah döneriz"

Küresel düzeyde olduğu gibi bölgede de tarihi bir dönüşüm yaşanıyor. Türkiye bu sürecin tam merkezinde yer alıyor. Hem kendi hedeflerimize ulaşmanın hem de bölgedeki insani krizleri çözmenin ve istikrarı sağlamanın mücadelesini veriyoruz.

Suriye'de son 9 yıldır yaşanan insani krizde ortaya çıkan yükün çok büyük bir bölümünü tek başımıza üstenmek durumunda kaldık. Derin tarihi ve kültürel bağlarımızın bulunduğu bu coğrafyadaki insanlara böylesine sıkıntılı bir dönemde elbette sırtımızı dönecek değildik. Ancak uluslararası toplumdan da bu konuda çok daha fazla destek almayı ümit ediyorduk. Yarın Belçika'da Avrupa Birliği'nin yetkilileriyle bir toplantım var. Orada da bu konuları ele alacağız, görüşeceğiz. Temenni ederim ki, daha farklı neticeler alarak Belçika'dan inşallah döneriz. Tabii derdimiz üzüntü ve iyi niyet beyanları dışında kayda değer bir görüntüyü yakalayalım. Avrupa Birliği'yle yaptığımız anlaşmanın kendi tarafımıza düşen yükümlülüklerini yerine getirdik. Buna karşılık Avrupa Birliği oyalamaya dönük ve sözünü etmeye bile değmeyecek bir takım katkılar dışında taahhütlerini yerine getirmemiştir. Şimdi bu yeni ekiple görüşüyoruz. Bu yeni ekiple inşallah farklı neticeler elde ederiz.

4 milyonu bulan sığınmacılara dünyanın başka hiçbir yerinde rastlanmayacak düzeyde yüksek insani standartları sağladık. 40 milyar doların üzerinde destek sağladık ama Avrupa Birliği'nden gelen maalesef 3 milyar euro. 40 milyar dolar nire, 3 milyar Euro nire?

"Bu insanlık dışı eylemlere karşı kimse sesini çıkarmıyor"

İdlib'de son dönemde yaşanan gelişmelerin ardından aslında çok önceden atmamız gereken bir adımı attık. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Cenevre Sözleşmesi ve diğer uluslararası anlaşmalara uygun şekilde ülkemizdeki yabancılara diledikleri yerlere gidebilme imkanını tanıdık. Yunanistan, karadan ve denizden topraklarına yönelen sığınmacıları döverek, öldürerek, işkence ederek, denizde botlarını delip boğmaya çalışarak, durdurma yoluna gidiyor. Bu insanlık dışı eylemlere karşı kimse sesini çıkarmıyor. Hatta tam tersine Yunanistan'ı destekliyorlar.

Bu durum bize merhum Mehmet Akif'in şu mısralarını hatırlatıyor, 'Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar.' Türkiye olarak bu vahşeti tüm uluslararası platformlarda gündeme getirmeye ve mazlumların hakkını savunmaya devam edeceğiz. Diğer taraftan Suriye'deki sadece yerinden edilmiş insanlara sahip çıkmakla çözülemeyeceği açıktır. Daha kapsamlı ve sonuç alıcı yaklaşımlara ihtiyaç vardır.

"Eğer Türkiye'nin müdahalesi olmasaydı…"

Türkiye olarak hem sınır güvenliğini özellikle sağlamak hem insani görevlerini yerine getirmek hem de siyasi çözümü desteklemek için sahada müşahhas adımlar atma mecburiyetinde kaldık. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı harekatlarının gerisinde bu amaç var.

Türkiye sınırlarında kurulmaya çalışılan terör koridorunu parçalama ve halkını katleden rejimi durdurma konusunda çok önemli başarılar elde ettiğimize inanıyoruz. Eğer Türkiye'nin müdahalesi olmasaydı Suriye'de bugüne kadar hayatını kaybeden 1 milyon sivil sayısına İdlib'de en az bu kadarı daha katılacaktı. Biz tek başımıza yürüttüğümüz mücadeleyle bu trajedinin önüne geçerek tüm dünyada bir kez daha insanlık dersi verdik. Tabii bu arada sınırlarımıza yaklaşan 1,5 milyon yeni sığınmacı ve geri bekleyen potansiyel 2,5 milyon sivil sebebiyle yeni ve büyük bir yükle de karşı karşıya geldik. Sığınmacı akınını durdurmak ve rejimin ülkemiz topraklarını da hedef alan azgınlığının önüne geçmek için İdlib'de daha aktif bir askeri pozisyon almak mecburiyetinde kaldık.

"Türkiye'nin Suriye topraklarını işgal ve ilhak etmek gibi bir amacı asla olmamıştır"

İdlib'deki durum rejimin saldırganlığı yanında Rusya'nın bölgenin statüsüne ilişkin ısrarlı tutumu sebebiyle giderek tırmanma eğilimi göstermesi üzerine diplomatik çözüm arayışlarını da hızlandırdık. Türkiye'nin Suriye topraklarını işgal ve ilhak etmek gibi bir amacı asla olmamıştır.

Tek gayemiz ülkemizde yaşayan 3,6 milyon Suriyeli ile sınırlarımıza dayanan 1,5 milyon İdliblinin güvenle evlerine dönüşlerini sağlayacak ortamı tesis etmektir. Suriye halkı kendi toprakları ve özgürlüğü için rejime ve terör örgütlerine karşı mücadelesini zaten veriyor. Biz bu mücadeleyi destekleyerek Suriye'nin toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin bir an önce teminini arzu ediyoruz.

 


 

Ülkesinin üçte biri PKK/YPG terör örgütünün işgali altında olan bir rejimin tüm gücünü ve imkanlarını İdlib gibi küçük sayılabilecek bir bölgeye yöneltmesi derdin başka olduğunu gösteriyor. Eğer rejimin amacı topraklarını kurtarmak olsaydı, önce asıl tehdide yani ülkenin doğusundaki terör oluşumuna karşı harekete geçerdi. Maalesef rejim bunun yerine mazlum İdlib halkını yok etmeye kalkışmıştır. Varil bombalarıyla bombalarla maalesef bunu yapmıştır.

"Rejimin 3 bin 400 unsurunu etkisiz hale getirdik"

Türkiye olarak İdlib'de fiilen operasyon sürdürdüğümüz son bir ay içerisinde 34'ü Leyle-i Regaib'de olmak üzere toplam 59 şehit verdik. Buna karşılık rejimin 3 bin 400 unsurunu etkisiz hale getirdik. Ayrıca, rejimin 3 uçağını, 8 helikopterini, 8 hava savunma sistemini, 156 tankını, 108 top, obüs ve çok namlulu roketatarın, 24 zırhlı aracını, 49 doçkasını ve doçkalı pikabını, 99 askeri aracını, 10 mühimmat deposunu, 2 havaalanını da imha ettik. Elbette bizim amacımız ne daha çok insan öldürmek ne daha çok araç-gereç imha etmektir. Bizim tek gayemiz, İdlib'deki insani krizi olabilecek en hızlı ve etkin şekilde çözüme kavuşturmaktır. Bağcıyı dövmenin değil, üzüm yemenin peşinde olduğumuz için de diplomatik çözüm yollarını sürekli zorladık.

Rusya ile perşembe günü Moskova'da vardığımız anlaşmanın gerisinde işte böyle bir arka plan vardır. İdlib halkının can emniyetini ve Türkiye'nin sınırlarının güvenliğini sağlayacak her çözüm bizim için ehvendir, kabul edilebilirdir. Moskova'da vardığımız anlaşmanın da bu hedeflerimize hizmet edeceğini umuyorum. İçinde özellikle insan canının, kendi askerimizin hayatının bulunduğu hiçbir konuda layüsel davranma, sorumsuz hareket etme lüksümüz olamaz. Milletimiz de mazlum Suriye halkı da müsterih olsun. Türkiye, Suriye'deki insani krizin ve siyasi çıkmazın çözümü yolundaki gayretlerini daha ısrarcı ve çok yönlü bir şekilde sürdürecektir. Gerek İdlib'de gerek Suriye sınırımızda, diğer alanlarda bugüne kadar ne söylediysek hepsinin de arkasındayız, hepsini hayata geçirmekte kararlıyız.

"Suriyeliler yerlerine dönmedikçe Suriye'de kalıcı huzur sağlanamaz"

Bahar Kalkanı Harekatı bölgesinin sağı ve solundaki yerlerle ilgili verilen sözlerin tutulmaması halinde buraları kendi yöntemlerimizle temizleme haklarını saklı tutuyoruz.

Türkiye'dekiler başta olmak üzere rejimden kaçarak evlerini terk eden tüm Suriyeliler yerlerine dönmedikçe Suriye'de kalıcı huzur sağlanamaz. Rejimin İdlib'de sükunun sağlanması ile Rusya'yla yaptığımız anlaşmayı bozması halinde bir daha şiddetli bir şekilde bu zalimlerin üzerine gideceğiz. Bunun da bilinmesi lazım. Bunu Moskova'daki görüşmelerin ardından yaptığımız basın toplantısında da açıkça ifade ettim. Unutulmamalıdır ki biz bu anlaşmayı sadece İdlib'deki krizin daha fazla kan dökülmeden çözümünü sağlamak umuduyla yaptık. İnşallah önümüzdeki süreçte tüm taraflar taahhütlerine riayet eder ve biz de bu amacımıza ulaşmış oluruz. Aksi takdirde her zaman yaptığımız gibi kendi belirlediğimiz yolda yürümeyi sürdüreceğiz.

 


 


Sıradaki Haber
İran'dan tahliye edilmişlerdi, son testleri yarın yapılacak
Yükleniyor lütfen bekleyiniz