Dünya genelinde 426 milyonu aşkın kişi COVID-19’a yakalandı. Bunların 352 milyona yakını iyileşti, yaklaşık 6 milyon kişi hayatını kaybetti. Koronavirüsün ortaya çıktığı ilk günden bu yana sıkı tedbirler alınan Türkiye’de ise bugüne kadar yaklaşık 14 milyon vaka tespit edildi. 92 bini aşkın kişi hayatını kaybederken 13 milyona yakın hasta iyileşti.
Salgın yeni varyantlarla sürerken en çok merak edilen konulardan biri de COVID-19 geçiren kişilerde ortaya çıkabilecek muhtemel hastalıklar. Ağır ya da hafif şekilde virüsü yenmiş olmak fark etmiyor; kişiler bir süre sonra sağlık sorunlarıyla karşılaşabiliyor. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İlyas Dökmetaş, koronavirüsün ardından gelişen hastalıkları TRT Haber’e anlattı.
Pek çok organa zarar veriyor
Koronavirüsün tüm sistemleri etkileyebilen bir hastalık olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Dökmetaş, “COVID-19 belirli bir sistemin hastalığı değil. Dolayısıyla tek bir dalın takip etmesi gereken bir hastalık değil. Hastalığa etken virüs ACE-2 reseptörlerini etkileyerek organlarda hasar yapıyor. Bu reseptörler ise kalpte, böbrekte, akciğerde, mide ve bağırsak sistemlerimizde, damarlarda, safra yollarında, testis ve over gibi kadınlık ve erkeklik organlarında da etkili olabiliyor” diyor.
Hastalığı geçiren herkeste farklı bulguların ön plana çıktığını vurgulayan Prof. Dr. Dökmetaş, şöyle konuşuyor:
“Bazen bir bakıyorsunuz sadece koku ve tat almama, boğaz ağrısı gibi bulgular ön plana çıkıyor. Bazılarında baş dönmesi, kulakta çınlama ön plana çıkıyor. Bir başkasında ise ishal ve iştahsızlık, mide ve bağırsak sistemi bulguları ya da ritim bozukluğu, tansiyon gibi kalbi ilgilendiren sorunlarla karşılaşıyorsunuz. Bir başka hasta grubunda kas ve bel ağrıları ön plana çıkabiliyor. Ya da cilt döküntüleri ve saç dökülmesi gibi sorunlarla gelenler oluyor.”
Hastalığı atlattıktan sonra da şikayetler sürüyor
Sayılan bulgular sadece COVID-19’la beraber görülmüyor. Bir kısmının hastalık öncesinde ilk belirti olarak karşılarına çıkabildiğini söyleyen Prof. Dr. Dökmetaş, şu ifadeleri kullanıyor:
“Başlangıçta olmasa da hastalığı atlatıp şifa ile taburcu olanların bazılarında evine döndükten sonra haftalarca, hatta aylarca süren bazı belirtiler ve bulgular olabiliyor.”
Prof. Dr. Dökmetaş, COVID-19'un hafif ya da ağır geçirilmesine bakılmadan dikkate alınması gerektiğinin altını çiziyor:
“Bazı kişiler ‘Ben soğuk algınlığı, nezle gibi geçirdim, çok da önemli değişmiş’ diyor. Evet, bugün böyle geçirmiş olabilirler ama 3 ya da 6 ay sonra bir bulgunun ortaya çıkmayacağını kimse garanti edemez. Post COVID ya da long COVID dediğimiz tablolarla haftalar ya da aylar sonra bile ortaya yeni bulgular çıkabiliyor. Mide bağırsak sisteminde, idrar yollarında, kas iskelet sisteminde kalp damar yollarında, nörolojik veya dermatolojik sistemler gibi birçok sistemde belirti ve bulgular ortaya çıkabiliyor.”
“Aşı her şeyin başı”
Bu noktada koronavirüse yakalanmamak için maske, mesafe ve hijyen kurallarına dikkat etmek büyük önem taşıyor. Prof. Dr. Dökmetaş tüm bu tedbirlerin yanı sıra aşının önemine de dikkat çekiyor:
“Aşı, her şeyin başı aşı… Hastalıklardan korunmada en önemli silahımız aşı. Ama bazı insanlar aşıların bazı yan etkilerinin olduğunu, aşıya güvenmediklerini söylediler. Hatta bu kadar kısa süre içerisinde aşının üretilemeyeceğini, aşı yerine su ve benzeri şeylerin verildiğini ifade edenler oldu. Bunların bir kısmı aşı karşıtıydı, bir kısmı ise önyargılıydı. Fakat gördüler ki, aşısız olanlar tekrar hasta olabiliyor ve hayatlarını kaybedebiliyor. Bizim hastanemizdeki hastaların çok önemli bir kısmı ya aşısız olanlar ya aşısını tam yaptırmayanlar.”
Ancak aşılarını yaptıranların da rehavete kapılmaması gerekiyor. Çünkü pandemi halen devam ediyor ve aşının koruyuculuğu da yüzde 100 değil. Prof. Dr. Dökmetaş, “Aşının koruyuculuk oranı, hastaların yaşına ve ek hastalıklarına, genetik özelliklerine göre yüzde 50 ila 90 arasında değişiyor. Uygun şekilde aşılarını yaptıranların bile mümkün olduğu kadar maske ve mesafeye dikkat etmesi gerekiyor. Bir-iki ay sonra havaların daha da ısınması ile birlikte pencerelerin açılması, hasta sayısının azalmasıyla yaza doğru çok daha rahat bir hale gelinebileceğini düşünüyorum. Bu dönemde aşıyı ihmal etmeyelim” diyor.