Dünya COVID-19 salgını ile ilk tanıştığında bu sürece kimileri 1 hafta, kimileri 1 ay ömür biçmişti.
Wuhan’dan çıkan virüsün dünyayı sarmasının üzerinden 1 yıldan fazla zaman geçti ve salgının ne zaman, nasıl sonlanacağı hala belirsizliğini koruyor.
Yüzlerce yıldır binbir zorlukla kurulan düzeni bir çırpıda değiştiren koronavirüs salgını milyonları evine hapsetti, iş dünyasını yeni bir normale oturttu, sosyal hayatımızı bambaşka bir noktaya taşıdı.
Ekranda geçen süre daha da arttı
Gelinen nokta itibarıyla hepimiz bilgisayar ve cep telefonlarımıza daha da bağımlı hale geldik, sosyal medya hesaplarımızda eskiye oranla çok fazla zaman geçirmeye başladık. Doğal olarak da o dünyanın algoritmalarıyla da çok daha yakın bir ilişkiye başladık.
Peki pandeminin teknoloji ve sosyal medya kullanımı açısından etkileri ne yönde? Bahsettiğimiz tüm bu süreçler bizi nereye götürüyor? Daha da önemlisi insanoğlu algoritmaların kurbanı mı yoksa yöneticisi mi olacak? Tüm bunları ve daha fazlasını FutureBright Group Kurucu Ortağı Akan Abdula ile konuştuk.
Algoritmalara teslim mi olduk?
Pandemi sürecine gelmeden önce insanlığın sosyal medya başta olmak üzere dijital dünyadaki sınavına bir göz atmak istiyoruz. Sosyal medyadan hepimiz bir yandan şikayet ediyor, diğer yandan en ufak bir yenilikten bile uzak kalamıyoruz.
"Nedir buradaki sorun?" diye sorduğumuz Akan Abdula, “İnsanlığın sosyal medya algoritmalarına bir bağışıklığı yok” cümlesiyle aslında kısa bir özet geçiyor. “Haliyle ülkemizin de yok. Bu nedenle dijital okuryazarlığımız düşük” diyen Abdula, bugünkü algoritmaların kullandığı tüm metodolojileri aslında insanlığın uzun yıllar önce keşfettiğini ve bugün söz konusu algoritmaların ‘yazılımların elinde’ olduğunu söylüyor.
Sosyal medya ve algoritmaların görece yeni olduğunu ama bu bilgi birikiminin bir gecede oluşmadığını anlatan Abdula, haliyle insanlığın kusurları konusunda neredeyse 100 yıldır biriken bir bilgi ağından bahsediyor.
Sistemin işleyişi ayrışmayı körüklüyor
Bu noktada merak ettiğimiz bir diğer husus ‘her kullanıcının bir gün tadacağı’ sosyal medya linçi oluyor. Acaba toplum önce kendi içinde bölünüyor ve bu sosyal medyaya mı yansıyor, yoksa sosyal medyadaki bölünmüşlük bir süre sonra topluma mı sirayet ediyor?
“Her ikisi de” diyor Abdula ve devam ediyor:
"Gerçek şu ki bu sistemlerin çalışma şekli ayrışmayı daha da körüklüyor. Nasıl çalışıyor bu sistem? Bu yazılımlar bizi sadece bize benzerlerle bir balonun içine sıkıştırıyor. Çünkü öyle mutlu olduğumuzu biliyorlar. Yani bir sosyal medyada 100 arkadaşınız olabilir ama bunun sadece belli bir kısmını görebilirsiniz çünkü algoritma tümünü görmenize izin vermez. Size en çok benzeyenlerle bir odacığa kapatılmış gibi olursunuz.
Bu balonların içinde oluşan yapay toplulukların içindeki hemfikir üyeler, topluluk dışında kalan kimseye güvenemezler. Ayrıca bu, balonun içinde yani benzer şekilde düşünen topluluk içerisindeki kimi insanlara olağandan daha fazla güvenmemiz anlamına da gelir.
İşte bu şekilde çalışan bir sistem, sizden farklı olana hayat hakkı tanımamanıza sebep olur. Onun için sosyal medyada linçler artıyor. Çünkü kimse kendi balonu dışındakini görmüyor, görmedikçe de farklılıklara saygı duymayı unutuyoruz."
Mahremiyet kelimesinin anlamı değişiyor mu?
Dijital algoritmaların ilk dönemlerinde mahremiyet denince ‘kişisel bilgilerinizden ödün vermeden interneti kullanabilmek’ akla geliyordu. Akan Abdula bu sürece de işaret ediyor ve o günlerden bugüne çok şey değiştiğinin altını çiziyor.
Bugün algoritmalara karşı korumanız gereken mahremiyetin bu tanımdan çok daha fazlası olduğunu söyleyen Abdula, “Tehlike, şifrelerin çalınması, mail'lerin hack'lenmesi veya girilen uygunsuz bir sitenin birileri tarafından ifşa edilmesinin çok ötesinde. Yazılımlar zihnimize yeni kapılar açabilmek için, beyin kusurlarımızı tararken, korku duygusunun mutluluk duygusundan daha etkin bir şekilde davranışı değiştirdiğini keşfetmiş̧ oldular. O güne kadar sadece sahte bir mutluluk ve kazanma duygusunu satmaya odaklanan algoritmalar, artık matematiklerini değiştirdiler ve bu sefer korkutmak etkin kullandıkları araçlardan biri haline geldi. Dolayısıyla mahremiyet ihlalleri artık başka seviyede. Mahremiyetimizi geri istemez isek, sürekli korkutulduğumuz bir distopyaya doğru gideceğiz” görüşünde.
Pandeminin dijital dünyaya etkisi de var
Sürecin arka planından bugüne geliyoruz ve haberin başında bahsettiğimiz ‘Pandeminin dijitale etkisi’ konusunu soruyoruz Akan Abdula’ya:
"Araştırmalar dünyanın teknoloji açısından 5,3 yıl atlama yaşadığını söylüyor. Sene sonuna kadar COVID devam ederse, 10 sene olacak. Yani 10 sene sonra yaşamamız gerekenleri seneye yaşayacağız demek bu.
Peki Türkiye bu resmin neresinde. Türkiye dijitali iyi tüketiyor ama üretimde o denli iyi değil. Biz 2,5 yılda bir telefon değiştiren, 9 yılda bir laptop değiştiren ülkeyiz. Bu bile ne kadar tüketim tarafında kaldığımızı gösteriyor. Türkiye hangi yönde devam edecek, hep birlikte göreceğiz. Ancak en azından hepimiz artık farkındayız ki gerçek dijitalleşmeyi biz yaşamamışız. Biz başka ülkelerin dijital üretimini tüketmişiz. Umarım bunu değiştireceğiz."
Teslim mi olacağız yoksa mücadele mi edeceğiz?
Sosyal medya hepimizin günlük hayatında da üzerine konuştuğumuz, tartıştığımız bir alan olsa da bir türlü vazgeçemediğimiz de bir gerçek. Tuşlu telefon dünyasına dönüp dijitali hayatımızdan çıkarmak pek mümkün görünmüyor. Peki insanlar ne yapmalı?
“Bilgi ihtiyacı metodolojilerimizi yapılandırmamız gerekiyor” diyen Abdula, insanların tek bir kaynaktan gelen bilgiyle bir şeyi anlamanın hayli zorlaştığını iyi idrak etmesi gerektiğine işaret ediyor.
Akan Abdula’nın reçetesinde multidisipliner düşünme yeteneklerimizi ve entegre düşünebilme kabiliyetlerimizi sürekli geliştirmemiz de yer alıyor. Abdula, zihinlerini açan veya ilgilendiren şeylerde daha cesur, daha yaratıcı olmanın herkes için daha iyi olacağı görüşünü paylaşıyor.