Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arşivlerinde özenle saklanan, Fatih Sultan Mehmet'in vakıflarının vakfiyesi olan Ayasofya Vakfiyesi'nde, başta Ayasofya olmak üzere Fatih, Zeyrek gibi camilerin de arasında bulunduğu ibadethaneler ile şifahane, imarethane gibi yerlerin gelir giderlerinin kayıtları yer alıyor.
"Ayasofya Vakfiyesi 1463 tarihlidir"
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Uzmanı Hakkı Şahin, arşivlerindeki Osmanlı dönemine ait birçok belgenin koruma altında tutulduğunu söyledi.
Arşivlerdeki en değerli belgelerden birinin Ayasofya Vakfiyesi olduğuna dikkati çeken Şahin, şunları söyledi:
"Fatih Sultan Mehmet 1453 yılında İstanbul'u fethettiğinde o yerin en büyük mabedi olan Ayasofya'yı camiye dönüştürdü ve bununla ilgili bir vakıf kurdu. Vakfın gelirleri, giderleri, caminin onarımları, bakımları için de bir vakfiye oluşturdu. Arşivimizde bulunan Ayasofya Vakfiyesi 1463 tarihlidir. Türk İslam Eserleri Müzesi'nde Topkapı Sarayı'nda Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde de nüshaları vardır ancak Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü arşivinde Ayasofya Vakfiyesi en eskisi ve orijinalidir."
Ayasofya Vakfiyesi'nin özelliklerine ilişkin bilgi veren Şahin, "Ayasofya Vakfiyemiz 65 metre 30 santimetre uzunluğunda ve 38 santimetre enindedir. 110 eklentiden oluşmaktadır. Kısmen ceylan derisi, kısmen de aharlı kağıt üzerine yazılmış ve dili Arapçadır. Dışı da ipek atlasla kaplanmıştır" dedi.
Vakfiyenin uzunluğu ve formatı bakımından başka bir örneğinin bulunmadığına dikkati çeken Şahin, vakfiyenin arşivlerde özel bir kutuda muhafaza edildiğini, bulunduğu yerde de iklimlendirme cihazlarıyla korunduğunu anlattı.
Vakfiyenin bugüne kadar intikal etmesindeki en büyük etkenlerden birinin çok kaliteli bir kağıt kullanılması ve is mürekkebiyle yazılması olduğunu anlatan Şahin, vakfiyenin tek bir kalemden çıktığını ve düzgün bir hatla yazıldığını vurguladı.
Ayasofya Vakfiyesi'nin "giriş, vakfın şartları, beddua, kadı hükmü" gibi 6 bölümden oluştuğunu dile getiren Şahin, "Vakfiyemiz 'besmele' ile başlar 'hamdele, salvele ve methiye' ile devam eder. 'Hamdele' kısmında Allah'ın böyle bir nimet verdiği için kendisine şükranlar arz olunur. 'Salvele' kısmında Hazreti Peygamber'e ve ailesine salavatlar getirilir. 'Methiye' kısmında ise vakfın kurucusu olarak Fatih Sultan Mehmet Han övülmektedir. Daha sonra vakfın gelir ve giderleri yazılmıştır" ifadelerini kullandı.
Dükkan gelirleri Ayasofya Camii için bağışlandı
Vakfiyede vakfa gelir sağlayan tarlalar, bağlar, bahçeler, bunun yanında hanlar, hamamlar, kervansaraylar, dükkanlar, çarşılar hakkında da bilgilere yer verildiğini kaydeden Şahin, şöyle konuştu:
"Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya Camii'ne o kadar çok önem veriyordu ki ayakta kalabilmesi için birçok gayrimenkulün gelirlerini vakfa aktardı. Hatta bununla ilgili 2 bin 508 dükkanın geliri direkt vakfa bağışlandı. Bu gelirlerle caminin bakımları, onarımları yapıldı ve görevlilerin maaşları tahsis edildi. Bu vakfiyede açık bir şekilde yazıyor."
"Ayasofya Vakfiyesi'nde her şey ayrıntısıyla düşünülmüş"
"Hatip, imam ve diğer görevlilere" ait birçok bilginin de vakfiyede yer aldığına işaret eden Şahin, "Fatih Sultan Mehmet Han der ki 'Camiye İslami bilimlere hakim bir hatip atansın. Bu hatip, aynı zamanda cuma hatipliğini yapsın ve cuma namazını kıldırsın. Bunun için 15 akçe maaş alsın. Bunun yanında hafızların reisliği görevini de üstlensin ve ilaveten 6 akçe de maaş alsın" bilgisini verdi.
Ayrıca kayyumların görevinin camiyi zamanında açıp, kapatıp, iç temizliğiyle ilgilenmek olduğu belirtilen vakfiyede, diğer görevlilerin maaşlarına da yer verildiğini anlatan Şahin, "Ayasofya Vakfiyesi'nde her şey ayrıntısıyla düşünülmüş ve kayda geçmiştir" dedi.
Osmanlı döneminde vakfiyenin yılda bir kez düzenlenen törenle açılıp herkesin huzurunda okunduğunu, vakfiyede yer alan şartların uygulanıp uygulanmadığının kontrol edildiğini belirten Şahin, yapılanların değerlendirildiğini, şartlar yerine getirilmemişse tamamlanması için uyarı verildiğini, yine yapılmamışsa ceza sistemi uygulandığını dile getirdi.
Vakfiyenin sonunda bu kurallara uymayanlar için bir beddua bulunduğunu söyleyen Şahin, bedduada kısaca "Vakfı amacı dışında kullananlara Allah'ın, meleklerin, insanların laneti üzerine olsun, kabir azabı dinmesin, haşir günü yüzüne bakılmasın" ifadelerinin yer aldığını belirtti.
"Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun"
Şahin, vakfiyenin sonunda yer alan beddua kısmını şöyle aktardı:
"Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen batıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse, vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse, vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek ve vakfı bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse veya şer’i şerife aykırı olarak vakıfta tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeriata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey taleb ederse, kısaca batıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haram işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikab eylemiş olur.
Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun. Ebediyyen cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.
Haksız bir şekilde bu vakıflara tağyir, ibdal, tahrif ve ibtal şeklinde müdahale ve tecavüz eyleyen insan, ölümle karşılaştığı anı, sekeratı mevti, kabri müşahede ettiğini ve onun karanlığını, tabutu ve onun işindeki yalnızlık ve vahşeti, Münker meleğini ve heybetini, Nekir meleğini ve onun dehşetli darbelerini, Münker ile Nekir'in sorgulamalarındaki dehşeti, bütün insanların Alemlerin Rabbi'nin huzuruna çıktıkları günde Allah'ın huzuruna çıkacağını, o gün hiçbir nefsin bir diğer nefis için hiçbir şeye malik olamayacağını ve o gün her şeyin dizgininin Allah’a ait bulunacağını hatırlasın.
Kim, Allah'ın Kitabı'na ve Resulüllah'ın sünnetine muhalefet ederse, Allah ve Resulü'nün haram kıldığını helalleştirmeye çalışırsa, Müslüman kardeşinin vakıflarını bozmaya, hayırlarını tahrip etmeye ve hasenatını iptal eylemeye gayret gösterirse ve müminin hayır müesseselerini fonksiyonsuz hale getirmeye taarruz ederse, artık Allah'ın gadabı ile dönmüş olur, son durağı ve oturağı Cehennem’dir. Cehennem ne kötü bir varılacak yerdir. Allah onun hesaba çekicisi, azabın en azgın olanlarıyla azaplandırıcısı ve ikabın kanunlarıyla cezasını vericisidir. O gün zalimlere ileri sürecekleri mazeretleri fayda vermeyecektir, onlar için sadece lanet vardır, onların varacakları cehennem ne kötü bir menzildir. O gün her nefis kazandığı günahlar sebebiyle rezilü rüsvay olacaktır, o gün zulüm yoktur, şüphesiz Allah hesabı çok hızlı yapandır."
Şahin, Ayasofya'nın cami niteliğini taşıdığına dair 1936 tarihli tapu senedinin de arşivlerde muhafaza edildiğini belirterek, Danıştay kararında da bu tapunun örnek gösterildiğini kaydetti.