Geleneksel Türk tiyatromuzun gölge oyunu Karagöz ve Hacivat’ın yaklaşık 500 yıla dayanan bir geçmişi var.
16. Yüzyılda gölge oyunu olarak topraklarımıza gelen ve 17. Yüzyılda adına Karagöz-Hacivat denilen geleneksel Türk gölge oyunu, yüzyıllardır 7’den 70’e herkesin severek ve heyecanla izlediği bir tiyatro olarak günümüzde de varlığını sürdürüyor.
Bir tarafta halk adamı ve doğrucu Karagöz, diğer tarafta kibar ve bilgili Hacivat, eski Ramazanların vazgeçilmez eğlencelerinden biriydi. Günümüzde varlığını hala sürdürüyor. Bugün dünyanın birçok ülkesinde tanınan Karagöz ve Hacivat, dünya kukla akademilerinde önemli bir yer tutuyor gölge sanatı olarak.
“Karagöz kendi varlığını sürdürmeye devam edecek”
Karagöz’ün Osmanlı imparatorluğu sınırları içinde çok büyük bir coğrafyada oynadığını ve 17. yüzyılda dönemin tek eğlencesi olduğunu söyleyen Karagöz Sanatçısı Cengiz Özek, Karagöz’ü şöyle anlatıyor:
“Karagöz, bir başkent folkloru. İstanbul o dönemlerde çok önemli bir şehirdi. Tüm dünyanın gelip görmek istediği en önemli şehirlerden biriydi. Ve İstanbul’dan gelen bir sanat, yüksek bir sanat olarak kabul edildiğinden dolayı herkes Karagöz’ü görmek istiyordu.
O iki karakter aslında kendi sağduyularını anlatıyor. Bir tanesi halkın ne derdi varsa onu anlatırken, diğeri de daha üst tabakadan birilerinin düşüncelerini anlatıyor. Konuşmalarda da ikisinin birbiriyle çarpışmasını izliyoruz. Ama zannetmeyin ki bütün oyunlar böyle. Karagöz’ün bambaşka oyunları da var. Özellikle halk hikayelerinden beslenen veya gerçeküstü birçok oyunu var. Bu da Karagöz’ün çok geniş bir oyun dağarcığı olduğunu gösteriyor.
O dönem içinde Karagöz, heyecan uyandıran bir tiyatro türüydü. Günümüzde de bu denli heyecan ve merakla izleniyor. Tabi ki genel seyirci pastası ufaldı. Çünkü paylaştığı birçok tiyatro türü var günümüzde. Onun için kendine has başka bir seyirci grubu da var. Geçen zaman içinde yaş grubu değişse de Karagöz kendi varlığını sürdürmeye devam edecek.”
“Karagöz, ihtiyacınız olduğu an sizi kucaklayan bir sanat”
Karagöz ve Hacivat perdedeki yerlerini almak ve seyirciyle buluşmak için havanın kararmasını bekler. İşte bu buluşmanın en güzel zamanıysa Ramazan geceleri olurdu.
Herkes iftarın ardından Karagöz ile Hacivat’ı izlemek için bir araya gelirdi.
Karagöz Sanatçısı Özek, eski Ramazanlarda şehir meydanlarında, kahvelerde oynatılan Karagöz ve Hacivat’ın bazı kaynaklara göre, ayın 29 günü oynatıldığını Kadir gecesi oynatılmadığını söylüyor:
“Ramazan ayının tamamında oynatılıyordu. Bu nedenle de o dönemin en büyük eğlencelerinden biri Karagöz’dü. İnsanlar sadece onu izlemeye gidiyordu. Karagöz bu şekilde ramazanın en büyük eğlencesi olarak kendi varlığını sürdürmüş, günümüzde de bunu yaşatmayı çalışan bu geleneği yaşatmaya çalışan birçok kurum ve kuruluş var. Ama Karagöz sadece ramazan eğlencesi değil bütün yılın eğlencesi sonuç olarak bir tiyatro. İhtiyaç hissettiğiniz an sizi kucaklayan bir sanat aslında.”
Karagöz kukla yapımı için genelde dana derisinin kullanıldığını söyleyen Karagöz sanatçısı Cengiz Özek, Aydınger kağıdına çizilen Karagöz figürünü kesip, bir süre suda beklettiği derinin altına koyarak başlıyor yapımına. Ardından keskin bir malzemeyle deriye işliyor.
Son olarak da Karagöz figürlerinin uzun zaman hayatta kalması için çeşitli çini mürekkepleri ve ecolin boyalarla boyama işlemini bitiriyor.
“Özel aletlere sahip olduğunuz an bir parçada deri olduğunda artık sizi kimse tutamaz. Siz de bir Karagöz sanatçısı olmaya aday haline gelirsiniz” diyor.
“Karagöz Müzesi kurmayı düşlüyorum”
Gölge ve kukla tiyatrosunun hem Türkiye hem de dünyaya ait örneklerini sanatseverlerle buluşturan İstanbul Karagöz Kukla Vakfı kurucusu ve Karagöz Sanatçısı Cengiz Özek, İstanbul’da Karagöz Müzesi kurmayı düşlediğini söyledi.
Önümüzdeki yıllarda projenin hayata geçeceğini söyleyen Özek, “Elimizde birçok Karagöz sanatçısına ait ve kendi yaptığımız çok sayıda Karagöz figürü var. 18. Yüzyıldan itibaren elimizde çok zengin bir koleksiyon mevcut. Bunların hepsini bir araya getirip, seyirciye ulaştırabileceğimiz, Karagöz perdesinin nasıl kurgulandığını anlatabileceğimiz bir müze düşlüyorum. Zaten en önemlisi materyalimiz var. Mekan da bir şekilde kendini gösterir diye düşünüyorum” diye anlatıyor.