İspanya'daki Cerdanya Uluslararası Film Festivali'nde "Sosyal Bakış" ödülünü kazanan film, bu yıl sekizincisi düzenlenen Calzada de Calatrava Uluslararası Film Festivali'nde de "En İyi Yönetmen", "En İyi Film Seyirci" ve "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" ödüllerine layık görüldü.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından desteklenen yapımın oyuncu kadrosunda Alp Akar, Bahar Hacıbektaşoğlu, Sibel Melek Arat, Egemen Almacı, Mert Erdoğdu, Mehmet Halil Çelik, Samet Sevtekin, Miraç Çelen, Özgür Dereli ve Burhan Yıldız yer alıyor.
Dünya prömiyerini 51. Giffoni Film Festivali'nde yapan film, yaşadıkları semte basketbol potası kuran yoksul çocukların mücadelesini anlatıyor.
Yönetmen Ahmet Toklu'nun ilk uzun metrajlı filmi olan ‘Pota’ aynı zamanda Antalya Film Festivali'nde ‘Sümer Tilmaç Antalya Film Destek Fonu Ödülü’ne de değer görülmüştü.
Filmin elde ettiği bu ödülleri, yapım aşamasını ve bundan sonraki hikayesini Ahmet Toklu ile konuştuk.
-Filmin hikayesi nasıl ortaya çıktı?
Filmin çıkış noktası benim çocukluk hikayemle biraz örtüşüyor. Ümraniye’de bir gecekondu mahallesinde büyüdüm. Oradaki arkadaşlarımızla kendi yaptığımız basketbol potası vardı. Filmin çıkış noktası da bu oldu. İlkokul dönemlerimde yakın bir sitede ben de sipariş elemanı olarak çalışmıştım.
Tabii basketbol hikayesinin bununla çok büyük bir bağlantısı yok. Kendi yaptığımız basketbol potası hikayesiyle sipariş elemanı olarak çalışmamı birleştirerek, çocuk gözüyle keşfettiğim ya da bana öyle gelen o gizli kast sisteminin bir sorgulamasıydı açıkçası.
-Filmin yazım, hazırlık ve prodüksiyon süreci ne kadar zamanda tamamlandı?
Yazım aşaması çok uzun sürmedi. Bu hikayenin film olma durumu beni zaten fazlaca rahatsız ediyordu. O yüzden bu sahneleri ve filmi kafamda durmadan izliyordum. Dolayısıyla yazma kısmı çok kısa bir sürede oldu. İki gecede yazdım ben bu filmi.
Filmin kurgu kısmında da aslında o iki gecede yazdığım kısım kaldı. Sonradan eklediğimiz çok ufak ayrıntılar vardı onları kurgu aşamasında çıkarmak zorunda kaldık. Aslında hikayenin onu çok istemediğini fark ettik.
Ön hazırlık kısmımız biraz uzun sürdü. Çünkü çekim mekanları önemliydi. Çocuk oyuncular vardı ve fazlaca diyalog vardı. Dolayısıyla bunun konuşan kafalardan sıyrılıp bir atmosfer olması gerekiyordu. 1990’larda geçen bir hikaye. Hikayenin ana kısmı bir gecekondu mahallesi ve bir site...
Yani bir kontrast olması gerekiyordu. Birbirinden ayrılması ve onun da seyirciye geçmesi gerekiyordu. Bu mekanları bulma kısmı biraz uzun sürdü. Yaklaşık belki 1-2 yıl kadar arama kısmı oldu. Her gün aramasak da hep aklımızın bir köşesindeydi.
Çocukları bulma kısmı da biraz uzun sürdü. Herhalde Türkiye’deki oyuncu olmak isteyen o yaş aralığındaki bütün çocukları izlemişizdir.
-Basketbolun Türkiye’deki yükselişiyle sınıfsal farklılıklar olgusunu hikayede nasıl birleştirdiniz?
Filmin benim açımdan odaklandığım kısım buydu. Düşünün bir gecekondu mahallesinde bir grup çocuk var. Onlar top oynamak için kola tenekesini ezip onunla futbol oynuyorlar ama basketbol diye bir şey hayatımıza girmiş. Mirsad Türkcan ilk kez NBA’e seçilmiş. Televizyonlar artık daha yaygın bir hale gelmiş. Dolayısıyla basketbol trend haline gelmeye başlamış.
Ancak basketbol, futbol gibi en azından bir kola tenekesini ezip oynayabileceğiniz bir şey değil. Bunun için fiziki olarak bir basketbol potanızın olması ve nispeten düz bir zemininizin olması gerekiyor.
Bunların yanında sekebilecek kadar bir topunuzun olması gerekiyor. Bu durum da o sınıfsal farkın çok güzel bir ayrımıydı. Dolayısıyla bunun üzerine yoğunlaşıp durumu çok da ajite etmeden, melodrama çok kaçırmadan anlatmaya çalıştık.
-Pota, İspanya Film Festivali’nden üç ödülle döndü. Ne hissediyorsunuz?
Biz İspanya’da iki farklı festivalde de ödül aldık. Bir tanesinde sizin dediğiniz gibi üç ödül aldık. Birçok festivalde de yarışıyoruz ve yarışmaya da devam edeceğiz. Estonya’da çok önemli bir film festivaline de seçildik.
Dünyanın her yerinde ortak duygular var. Bunlardan bir tanesi de sınıf farklılıkları. Bizim adını koymadığımız gizli kast sistemi. Buna dünyanın birçok yerinde maruz kalmışlardır ya da kalıyorlardır. Aynı dilleri konuşmasak da farklı kültürlere sahip olsak da duygularımızın birbirine çok yakın olduğunu düşünüyorum.
Onların da kendilerine yakın gördükleri için filmi ödüllendirdiklerini düşünüyorum. Filmin teknik olarak birçok zaafı var. Ben yönetmen olarak bunu görüyorum ama jürinin de bunu izleyip bu eksikliklerden sıyrılıp ödüllendirmesinin temel sebebinin duyguyu yakaladıklarından dolayı olduğunu düşünüyorum.
-TRT’nin sinemaya yönelik destekleri hakkında neler düşünüyorsunuz?
Ben TRT’nin desteklerini çok önemli buluyorum. Aslında bir domino etkisi yapıyor. Çünkü bir filmin yapılması, senaryodan bir filme dönüşmesi için en önemli şey aslında ekip ve para. Ekipten daha önemlisi belki de para. Çünkü ekibi kursanız bile paranız yoksa filmi çekemeyebilirsiniz.
Dolayısıyla TRT’nin bağımsız ve ilk filmini yapan yönetmenlere ve yapımcılara sağladığı fonlarla TRT 12 Punto gibi ya da diğer başka desteklerin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Ben de TRT 12 Punto ödülü sayesinde ilk filmini bağımsız bir şekilde çekip kendini ifade etme şansı bulabilmiş insanlardan biriyim. Ülke sinemasının ve farklı bakışların kendini gösterebilmesi için TRT’nin desteklerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Kurgu: Ünsel Ayhan Aybek