Gelişen teknolojiler, dünyayı sarsan pandemi ve hepimizin evine hatta cebine giren dijital sinema salonları… Bildiğimiz anlamdaki sinema salonlarının bu dönüşüme nasıl ve ne kadar dayanabileceği tüm dünyada bu alanın en önemli tartışma başlıklarından biri.
Arka planda merak edilen bir diğer konuysa film festivalleri, buralara ayrılan fonlar ve tüm bunların sinema endüstrisine etkisi… Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Hakan Erkılıç ile 3. Film Festivalleri Sempozyumu’na da ev sahipliği yapan Kadir Has Üniversitesi’nin kampüsünde bir araya geldik hem yürüttükleri çalışmaları hem de merak edilen bazı soruların yanıtını konuştuk.
TÜBİTAK desteği son derece değerli
Etkinlik alanında ilk dikkatimizi çeken konulardan biri TÜBİTAK’ın ismi oluyor. Genelde TÜBİTAK’ın tıp, mühendislik, fen bilimleri gibi alanlarda desteğine alışığız. Uzun bir süredir sosyal bilimler için de kurumun çok değerli destekler sağladığını söylüyor Doç. Hakan Erkılıç. Film festivalleri sempozyumu da TÜBİTAK 1001 kapsamında destek almış.
İstanbul Film Festivali desteğiyle ve Kadir Has Üniversitesi ev sahipliğinde yapılan sempozyuma hem yurtiçi hem de yurtdışından katılımcıların yanı sıra sinema sektöründen yapımcılar da konuşmacı olarak katılıyor.
Bu yıl üçüncüsünü düzenlenen sempozyumda temel olarak festivaller, fonlar ve sinema endüstrisi ele alınıyor. Projesi Yürütücüsü ve Düzenleme Kurulu Başkanı Erkılıç, 2021’de Ankara Film Festivali ile başladıkları bu yolculuğa, geçtiğimiz yıl Adana Altın Koza Film Festivali ile devam ettiklerini ve bu sene de İstanbul Film Festivali’nde bulunduklarını anlatıyor.
TÜBİTAK’ın 36 ay boyunca destekleyeceği bu projede Çukurova Üniversitesi’nden Doç. Dr. Aydın Çam, Mersin Üniversitesi’nden Prof. Senem Duruel Erkılıç, Akdeniz Üniversitesi'nden Prof. Dr. Emine Uçar İlbuğa, Anadolu Üniversitesi’nden Doç. Dr. Serhat Sertel ve Munzur Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Karadoğan araştırmacı olarak yer almış.
Filmlerin yapısı aldıkları fona göre mi değişiyor?
Temel meselelerinin festivaller, fonlar ve sinema endüstrisi arasındaki simbiyotik ilişki olduğundan bahsediyor Erkılıç ve “Özellikle bağımsız ve sanat sinemasının ekonomisi olduğu gibi film festivalleri ve fonlar üzerinden yapılanıyor. Türkiye’de de benzer bir süreç var. Bunların arasındaki simbiyotik ilişki nasıl, filmlerin üretimine bu fonlar ve festivallerin desteği nasıl katkılar sağlıyor, buradan filmlerin anlatı ve estetiğine yönelik yönlendirme ya da yapılandırma oluyor mu gibi hususları tartışmaya çalışıyoruz” diyerek işin temelini anlatıyor.
Burada birkaç temel yaklaşım olduğunu öğreniyoruz. Birincisi, uluslararası çok büyük fonların ulus ötesi sinemasını yaygınlaştırdığını kabul ediyor ki bunun da çok dilli, çok yapımlı yapısıyla yeni bir dil oluşumuna katkı sağladığı üzerinde duruluyor.
Daha eleştirel tarafta ise sinema endüstrisi ile fonlar arasındaki ilişkiden ulusal sinemalar inşa edildiği anlayışının kabul gördüğünün altını çiziyor Erkılıç. Özellikle batı dışı sinemaların fonlandığı ve bir ulus sineması inşa edildiği eleştirilerine atıf yapıyor. Bu noktada İran ve Tayvan sineması gibi örneklerden bahsediyor.
Erkılıç son olarak, bu fonlar üzerinden yapılan filmlerde oryantalizm eleştirisi olduğu konusuna değiniyor. Fonlar ve filmler arasındaki sürecin genellikle bu pencerelerden tartışıldığını söylüyor. İstanbul’da düzenledikleri sempozyumda Marijke de Valck, Tamara Falicov, Skadi Loist, Ana Vinuela, Jaske Van Der Slikke gibi her bir kendi alanında son derece önemli isimlerin de davetli konuşmacı olduğunu vurguluyor.
Sinema salonları dijital platformlara direnmeye çalışıyor
Hakan Erkılıç ile sadece festivalleri ve sanat filmlerini konuşmuyoruz. Aynı zamanda dijital platformlarla klasik anlamdaki sinema salonlarının birbirine meydan okumasının nasıl sonuçlanacağına dair fikrini de merak ediyoruz.
Sinema endüstrisinin dijitalleşmeyle birlikte yeni bir evreye geçtiği saptamasıyla anlatmaya başlıyor Erkılıç. “Yani alışıla gelmiş konvansiyel üretim ve dağıtım zinciri kırıldı, dijitalleşmeyle birlikte sinema salonları da dijitalleşti ve dijital üretim süreci oluştu” dedikten sonra devam ediyor:
“Bu da yetmedi dijital platformlar, internet, bilgisayarlar, akıllı telefonlar hepsi birer gösterim mecrası oldu. Seyir mecrası çoğaldı, seyircinin davranış şekli değişti. Ancak sinema salonunun içinde film izleme kültürü ve ekonomisi ile gelişen dijital platformlar arasında bir fark var.
Zaten son yıllarda dijitalin yükselişi herkesin öngördüğü bir şeydi. Ancak pandemi süreci de araya eklendi ve bence bir katalizör görevi gördü. Dijitalin yükselişi daha öne geldi.
‘Sinema değer zinciri’ denen bir kavram var. Ürettiğiniz filmin nerelerde gösterilirse size ekonomik açıdan nasıl döneceğini anlayabiliyorsunuz. Burada baş aktör sinema salonları. Ancak pandemide insanların salona gidemediği bir ortamda karar vericiler ‘endüstri olarak biz seyircinin ayağına gidelim’ dediler ve dijital platformlar çoğaldı. Türkiye için de bu örnek geçerli.”
Dijital platformlar sinemayı ‘öldürüyor’ mu?
Tüm bu tartışmaların odağında belki de en kritik sorulardan biri sinema salonlarının geleceği… Sinemanın tırnak içinde ölümüne dair senaryoları da soruyoruz Erkılıç’a. “Ben öyle düşünmüyorum” diyor.
Sinemanın estetik ve anlatı açısında değiştiğini, geliştiğini ama bunları 100 yıllık bir birikim üzerine inşa ettiğini hatırlatıyor. Temel sorunun sinema salonlarının geleceği ile ilgili olduğunun altını çiziyor.
“Ekonomik olarak burası bir döngü sağlamıyorsa salonların kapanma ihtimali var ki bu zaten tartışılıyor” dedikten sonra sözlerini şöyle tamamlıyor:
“Bazı yasal düzenlemeler var. Eğer filminizi sinema salonunda gösteriyorsanız, örneğin Türkiye’de 5-6 ay sonra platformlara ya da TV’ye gelebiliyor. Bu süre Fransa’da bir yıla kadar çıkabiliyor. Bahsettiğim yaklaşım sinema salonlarını koruyan bir yöntem çünkü endüstri oradan besleniyor.
Ama diğer yanda seyirci de değişti... Sinefil dediğimiz kavram da farklılaştı. Seyirci dijitalleşmeyle beraber herhangi bir filme istediği zaman, istediği yerde ulaşmak istiyor ve ulaşıyor. Sinema ekonomisi ve endüstrisi bu noktada nereye gider hususu tartışılan bir şey.
Ben belli bir noktada dengeye ulaşılacağını ve sinema salonlarını korumaya dair politikaların gerekli olduğunu düşünüyorum. Başka türlü sinema salonlarının sürdürülebilirliğini sağlamak pek de mümkün değilmiş gibi geliyor. Ama dijitale karşı olmak da mümkün değil. Bu da bir gerçek.
Sinemanın kültürünü almak, sinemanın terbiyesini edinmek, zihnimizi, beynimizi, gönlümüzü sinemayla eğitmenin en temel yollarından biri de o kapalı salonda kitlesel izleme aslında. ‘Sinema sinemada izlenir’ lafını unutmayalım. Bu, 20. yüzyılın bir postulası. Artık yalnızca orada izlenmiyor. Ama orayı da kaybetmemek gerekiyor. Festivaller bu anlamda da sinemada filmlerin izlenmesi açısından öncü rol oynuyor onu da göz ardı etmemek gerekiyor.”