Gelişen teknoloji sayesinde müzikler artık birçok cihazla dinlenebilse de, plakların ve gramofonların yeri hala farklı.
Plaklar sahiplerinin “asıl” sesini taşıyor, gramofonlar da kaydedilen müziklerin dinlenmesini sağlıyor. Melodileri insanları geçmişe götürüyor…
48 yaşındaki Raif Kara ise bu sese tutkulu bir insan. Onun koleksiyon serüveni 1984’te başladı. Kara’nın koleksiyonu bugün bambaşka bir dönemi yaşatıyor.
Dünyanın seslerini en taze haliyle koruyan Raif Kara’nın koleksiyonu adeta canlı bir müze.
“Gramofonun 6’ncı duyuya yani ruha hitap ettiğini anladım ve o günden sonra bir gramofon bir gramofon derken geçen 35 yılda 165 gramofon, 6 bin 400 taş plak, 2 binden fazla long-play, 3 binden fazla 45’lik koleksiyoneri olmuş oldum.”
Nostaljinin ilkleri onun koleksiyonunda
1890 yılında kaydedilmiş ilk ses kayıtları, 1965 yılındaki son kayıtlar, taş plakların sonu…
Bu dönemler arasındaki hemen hemen bütün sanatçıların plaklarını Raif Kara’nın koleksiyonunda bulmak mümkün.
Koleksiyonda, bilindik veya bilinmedik birçok ses sanatçısının plakları mevcut.
Hafız Burhan’ın, Münir Nurettin’in, Safiye Ayla’nın, Zeki Müren’in ilk plağından dönemin tüm sanatçılarının plağına…
Taş plakla, plastik plakların karıştırılmaması gerektiğini de söylüyor Kara.
“Elektrik uzantısı ile çalışmayan, kurma gücüyle çalışan cihazlara gramofon diyoruz ve bu cihazlarda çalabildiğimiz plaklara da taş plak diyoruz. Ama elektrikle çalışan ya da pikap diye adlandırdığımız cihazlarda çaldığımız plaklar, 33’lük long-play ya da 45’lik gibi plastik plaklardan oluşur.”
İstiklal Marşı’nın ilk bestesinin ses kaydı
İstiklal Marşı’nın 1924 yılından 1930 yılına kadar kullanılan ilk bestesi Ali Rıfat Çağatay tarafından yapıldı. O beste ilk günkü orijinalliğiyle Raif Kara’nın koleksiyonda bulunuyor.
Gramofon ve taş plak sevgisi bambaşka bir şey onun için. Kara, bu sevgisini şu sözlerle anlatıyor:
“Hemen hemen her gün plak dinmezsem kendimde bir eksiklik hissediyorum. Çünkü gramofonlar ve taş plaklar beni plakların doldurulduğundaki dünyaya götürüyor. O dönemdeki insanların doğallığını, doğanın temizliğini, ilişkilerin saflığını yaşıyorum. Bu, beni mutlu ediyor.”
Osmanlı Sarayı’ndan kalan gramofondan dünyanın en küçüğüne…
Neredeyse “Türkiye’nin ses tarihi”ne sahip olduğunu belirten Kara’nın, 1900’lerin başından bugüne kadar üretilmiş çok özel gramofonları bulunuyor.
“1912 yılında Osmanlı Sarayı için İngiltere’de üretilmiş altın kaplama bir gramofon var. 1927’de İsveç’te üretilmiş dünyanın en küçük gramofonu da bulunuyor. Her bir vidası orijinaldir. Bu kadar orijinal, fabrikadan çıktığı gibi bulabileceğiniz gramofon sayısı çok azdır.”
Birçok gramofonun içinden bir tanesinin yeri çok ayrı onda. İngiltere’de üretilen fıstık yeşili gramofon. Gramofonun hikayesi ise şöyle:
“İzmir’den bir arkadaşım görmüş ve telefon etti bana. O zaman alamadım. Arkadaşım akşam beni yemeğe davet etti. Beyaz bir örtülü bir obje var ben papağan olduğunu düşünüyordum bu objenin. Sonra ‘Biz sana bir sürpriz yaptık, sana gramofonu aldık’ diye açtılar. İçinden o gramofon çıktı. Sevincimi anlatamam.”
Koleksiyoner olmak için yola çıkmadığını sevdiği gramofonları ve plakları alarak böyle bir koleksiyon sahibi olduğunu söyleyen Kara, “Plak seven kardeşlerime şöyle bir tavsiyem var. Sevdikleri plakları alsınlar. Bugün 5 plak olur, yarın 50 plak olur, sonrasında ise ne olacağı belli olmaz. Türkiye’de ses tarihine birilerinin sahip çıkması gerekiyor” diyor.
Haber, kamera: Nurya Yardımcı, Gülçin Sakarya
Kurgu: Bertuğ Ulukan