Kavşak'taki rolüyle Altın Portakal Film Festivali'nde 2010'da "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü"nü alan Cengiz Bozkurt, önceki hafta vizyona giren Cinayet Süsü ile İngiltere ve Türkiye arasında sürdürdüğü oyunculuk serüvenini anlattı.
Dijital platformların işin içerisine girmesi sinema endüstrisinde ne gibi bir değişime yol açacak? Nasıl görüyorsunuz, nereye doğru evrilecek bu işler?
Dizi piyasası hepimizin de takip ettiği üzere, kendi ayağına sıktı diyebiliriz. Süreleri beş dakika, on dakika sürekli fazlalaştırarak, artırarak artık içinden çıkılmaz ve çekilmez bir hale getirdik. Aslında Kafkaslardan Arap Yarımadası'na, Latin Amerika'dan Uzak Doğu'ya kadar dizilerimizi böyle bütün dünyaya izlettirdiğimiz bir dönemdeyiz. İnanılmaz bir başarı yakalamış durumdayız. Uluslararası dizi piyasasında belki de en iyi çıkış yapan ülkeyiz, Avrupa'yı da içine katarsak. Aslında Avrupa'yı geçmiş durumdayız. Bu tabii inanılmaz büyük bir başarı, ülkemiz için de yapım firmaları için de oyuncular için de. Yani sektörümüz için göğsümüzü gerip, geriye dönüp keyfini çıkara çıkara uzaktan bakabileceğimiz bir durum.
Türkiye'nin bu konuda potansiyelinin yüksek olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Tabii. Hep o söylediğimiz şey var ya, biz Asya ile Avrupa arasında köprüyüz. Her anlamda bu durumdayız gerçekten, coğrafi olarak da kültürel anlamda da. Aslında bir anlamda dizi sektörümüz de böyle. Sinema o anlamda o kadar büyük başarılar elde etmiş değil. Sinemamız son 10-15 yılda çok büyük uluslararası başarılar elde etti ama kitlesel yoğunluğa ulaşamadı. Dizilerle bunu başardı. Ben yazın kızımın tedavisi nedeniyle Küba'daydım. Küba'da para ödemeye vezneye gittiğim kadın bir Türk dizisi izliyordu. Türk oyuncuyu, yakışıklı bir arkadaşımızı gösterdi ve 'Bunu tanıyor musun?' dedi, 'Evet' dedim. 'Çok yakışıklı' dedi. Bir taraftan iş yapıyor, bir taraftan da monitörde Türk dizisi izliyor. Boston'da, Amerika'da sokağın ortasında bir kafede Türkçe bir dizinin sesi geliyor, bizimkiler konuşuyor. Bir baktım, Arap bir kadın oturmuş, bayağı da açmış sesi. Türk dizisini Türkçe izliyor, ses oradan geliyor. Büyük ihtimalle Türkçeyi dizi izleye izleye öğrenmiş yani.
Yurt dışında Türk dizi hayranı kimselerle tanıştınız mı?
Evet, ben birkaç kişiyle de böyle tanıştım, Türkçe öğrenmiş dizilerden. 'Ya nasıl öğreniyorsunuz? Diziden öğrenmek çok zordur' dedim. 'Yok, Türkçe çok basit' dediler. Demek ki dizi üzerinden öğrenince basit oluyor. Aslında Türkçe zor bir dildir yani yabancılar için öğrenmesi zordur. Sonuçta, bu kültürel mirası, bu topraklardan çıkan hikayeleri, dünyanın her bir tarafında izletebilir hale geldik. Bu büyük bir başarıydı ama bu başarıdan sonra iç piyasada, 'Bir kuşak daha reklam alalım. Bir kuşak daha...' derken, kendi ayağımıza sıktık. 60 dakikalık dizileri 90 dakikaya, 90 dakikalık dizileri 120, 130, 140, 150, 160 dakikaya kadar taşıdık. Herkes biraz daha uzattı, daha fazla reyting alma uğruna. İki ekip haline ayrılıp çektiğimiz diziler haline geldi artık. Birileri iç mekanları çekerken, birileri dış mekanları çekiyor ve dizi anca 6 günde yetiştirilir hale geldi.
İnsanlık dışı koşullarda çalışmaya başladık falan derken kendimizi biraz durdurduk 12 saatlik bir çalışma şartına göre ayarladık. Önce reklam sektörü başladı, 12 saatlik çalışma sınırına. 12'yi 16 saate çıkarabiliyoruz eğer bitmemişse. Bizde de öyle oluyor mesela dün gece ben 16 saat çalıştım. 16 saat çalıştıktan sonra yatıp buraya geldim mesela. 16 saatte duruyoruz artık ama eskiden durulmuyordu da. İş yetiştireceğiz endişesi öyle yükseğe çıkmıştı ki 48, 50, 60 saat durmadan çalışan setler vardı, uykusuz halde. Tabii set kazaları oldu vesaireler, onları atlattık.
Eskiden biliyorsunuz bir akşamda iki dizi izlerdik yani 20.00'den 22.00'ye, 22.00'den gece yarısına ama bu kalktığı için tek diziyle bütün akşamı kapatıyoruz.
Artık (diziler) belki de prodüksiyon anlamında reklam gelirlerinin kurtaramadığı çok yüksek prodüksiyonlara dönüştü. Bu sebeple de dijital platformlara kayış başladı. Dijital platformlar da bir nevi bizim için, dizilerin devam edebilmesi için kurtuluş noktası oldu. Tabii seyircinin kendi izleme alışkanlıkları da değişti. Genç kesim artık televizyon izlemiyor. Oturup da 'Televizyonda şu saatte, şu dizim var.' demiyor. Genelde annelerimiz o durumda ama genç seyirci kendine uygun zamanda, istediği saatte, dijital platformda faresine basarak izliyor dizisini, filmini. İzleyicinin alışkanlıklarının değişmesi, pazarın ve bizim sektörün çıkmaza girmesi tabii dijital platformlara kayışı hızlandırdı.
Cinayet Süsü filmi vizyona girdi. Hazırlık süreci, çekimler nasıl geçti?
Jet Sosyete'yi yapıyorduk o sırada. Aynı döneme denk geldi. Genellikle filmler biliyorsunuz dizi bittiğinde, yazın çekilir ama bu iş biraz kışa denk geldi ve Jet Sosyete ile çakıştı. Onun için önce yapamayız diye düşündük. Ama ben senaryoyu okuduğumda -ki çoğunlukla gülmem- ama çocuklar uyanmasın diye kıs kıs gece 2'de 3'te güldüğümü hatırlıyorum. Onun için çok totem yaptım yani bu filmde olmak için. Hatta olamadığım dönemde, seyirci merak edecek ama bir deli sahnesi var, Ali'ye dedim ki 'Ben oynayacaksam bile şu deliyi oynayayım lütfen. Bu filmin içinde olmam lazım Ali. Hani o kadar sevdim filmi' demiştim. Daha sonra istediğim karakteri yani Salih'i oynadım. Salih karakterini zaten çok istiyordum, okur okumaz çok ısınmıştım karaktere. Ali'ye de söylemiştim zaten. Ali de 'Senin sesini duyuyorum karakterde. Başka kimseyle olmuyor zaten.' demişti.
Çekimler nasıl geçti, çok eğlendiniz mi?
Çekim yaparken çok güldük. 'Ben çok güldük' de demem ama hakikaten çok güldük. 18, 20 tekrar alıp çekemediğimiz ve sonunda 'Bir kahve içelim, ara verelim yarım saat' dediğimiz sahneler oldu yani. Çekemiyoruz, dönüyoruz, başlıyoruz, yine gülüyoruz falan.
Bu tabii işin de oyuncuların da kimyasının tuttuğunun, her şeyin çok iyi hazırlandığının, ev ödevinin çok iyi yapıldığının göstergesi. (Çekimler) Tıkır tıkır işledi, hiçbir aksaklık, tatsızlık, teknik arıza olmadı. Gayet güzel setimizi tamamladık.
Ali Atay ile oyuncu olarak birlikte çalıştınız. Mizah anlayışınız uyumlu mu?
Alilerin yazdığı film durum komedisini çok ön plana çıkaran, aynı zamanda kara mizahı içinde barındıran bir senaryoydu ve komedi tarzıydı. Zaten benim de kendimi en rahat hissettiğim, çok oynamak istediğim alan, kara mizah ve durum komedisi. Hani öyle fazla soğuk komediler zaten istesek de yapamıyoruz. Bünyemiz kaldırmıyor diyelim. Bize, bizim bünyemize, anlayışımıza, komedi anlayışımıza uyan şeyler... Ali ile geçmişte yaptığımız Leyla ile Mecnun'la taçlanan iş birliğini aslında burada sinemaya aktarmış olduk.
Atay'ı yönetmen olarak nasıl buldunuz?
Zaten Ali'yi eskiden beri çok yetenekli buluyorum. Birçok yerde de bunu söyledim. Leyla ile Mecnun'un aslında gizli beyni Ali Atay'dı. İçimizdeki en yetenekli arkadaşımızdı. Yaptığı bestelerle, kurduğu dille, devrik cümlelerle, üzüme düşmek, sakız çiğnemek falan gibi ince esprilerle... Tabii ki Burak Aksak bize çok çok iyi bir senaryo gönderiyordu ama sette oluşan o kimya, senaryoyu patlatacak noktaya geliyordu. Sette bizim verdiğimiz katkılar özellikle de Ali, gerçekten unutulmaz derecede Leyla ile Mecnun'u Leyla ile Mecnun yapan katkılardı. Zaten geçmişine baktığınızda Ali'nin tiyatroda da böyle bir özelliği var. Sahnede de izlemiştim onu. Hem yazar hem oyuncu olarak inanılmaz yaratıcı bir arkadaşımız. Galiba Ali'nin en yaratıcı tarafını, en rafine yönetmenliğini bu filmde yakaladık ve sanki zirveye taşıdık gibi hissediyorum ben de.
Birlikte çalışmak istediğiniz yönetmen var mı?
Benim de kendimi çok rahat hissettiğim ve her zaman çalışmak istediğim yönetmenler Coen Kardeşler (Joel Coen ve Ethan Coen) aslında. Coen Kardeşler'in gerilimini, kara mizahını sanki Türkiye'ye taşıdık ve onun temsilcisi olduk gibi hissediyorum.
"Ölümlü Dünya" farklı bir konuyu işliyor, "Cinayet Süsü" filmi ise şaşırtıcı olaylar, kendine has bir üslup ve sürpriz son gibi ögeleri barındırıyor. Bu bir tür mü? Adı var mı bunun?
Ben de bu filmde komedide girilmedik alanlara girdik gibi hissediyorum. Artık bunun adı ne olur bilmiyorum. Aksiyon komedi desek... Daha önce yapıldı belki ama polisiye komedinin böyle yapılmamış alanlarına girdik gibi hissediyorum, yani polisiye komedi diyebiliriz bu filme. Bunun durum komedisiyle harmanlandığı, kara mizahla sunulduğu bir film oldu gerçekten. Ben de o anlamda sınırları zorladığımızı hissediyorum. Sadece Türkiye sınırları içerisinde kalmayacağımızı düşünüyorum açıkçası. Çok iddialı şeyler gibi gelebilir ama iddialı olmazsanız da yani pek uluslararası başarı yaşama şansınız da kalmıyor yani. Bence hayalleri yüksek tutmak lazım her zaman.
Kaynak: AA