İnsanoğlu tarih boyunca çizimlerin yanı sıra çeşitli anları ve nesneleri kaydederek gelecek nesillere aktarabilmek için birçok çalışma yaptı.
"Optiğin babası" olarak da bilinen Arap fizikçi, matematikçi ve mühendis İbn-i Heysem, ışın teorisi ile bu konudaki ilk çalışmasını 10. yüzyılın başında gerçekleştirdi.
Gözün görme olayını mercekle yapıldığını savunan, iki gözün aynı cismi nasıl gördüğünü, ışığın küresel ve parabolik aynalarda yansımasını inceleyen İbn-i Heysem, optikte gölge oluşumu teorisiyle kamera ve fotoğraf modelini ilk deneyen isim oldu.
Sonraki yüzyıllarda çeşitli çalışmalarla dizaynı yapılarak icat edilen, gelişen teknolojiyle birlikte cep telefonlarına kadar entegre edilen kameralar, mesleki anlamda kişilerin hayatını kolaylaştırıyor. Aynı zamanda, gelecek nesillere aktarılacak kalıcı hatıralar biriktirebilmek için kullanılıyor.
Müzede çok sayıda aksesuar da sergileniyor
Geçmişte acı tatlı birçok hadiseye tanıklık etmiş çok sayıda kamera ve fotoğraf makinesi, Bakırköy'deki Kamera Müzesi'nde sergileniyor. Fotoğraf makinesi ve kameraların tarihi gelişimine ışık tutan müze, fotoğraf meraklılarının ilgisini çekiyor.
Körüklü, filmli ve dijital fotoğraf makinelerinin yanı sıra flaş, pozometre, film, tripod ve agrandizör gibi çok sayıda aksesuar da müzenin önemli eserleri arasında yer alıyor.
Fotoğraf tutkunu iş insanı Hilmi Nakipoğlu, özel koleksiyonunu 1970'den sonra satın alarak ve toplayarak oluşturdu.
Koleksiyonuyla, 1997 yılında inşa ettiği Nefus Nakipoğlu Özel Eğitim Uygulama Okulunun dördüncü katındaki müzede sergiye açtı.
"100 yıl önce insanların neler kullandığını görebiliyoruz"
Nakipoğlu, fotoğraf merakının 1960 yılında, henüz 12 yaşında başladığını söyledi. O yaşlarda fotoğraf makinesi olmadığı için negatiflerden fotoğraf baskısı yaptığını anlatan Nakipoğlu, ilk fotoğraf makinesini okul harçlıklarını biriktirerek aldığını belirtti.
Fotoğrafla birlikte her türlü sanat faaliyetinin kendisinin hayat biçimi olduğunu vurgulayan Nakipoğlu, fotoğrafın anıları kayıt altına aldığını hatırlattı.
"Fotoğraf, geçmişte tüm yaşanan olayların, giyim, kuşam ne varsa bütün bunların hepsinin günümüze aktarılmasıdır. Yani 100 yıl önce insanların neler kullandığını, neler yaptığını, neler giyindiğini, nasıl bir ortamda yaşadığını fotoğraflarla görebiliyoruz. Sokaklar, caddeler, tarihi yapılar, ne var ne yoksa hep fotoğrafa dair."
Küçük yaşlarda arkadaşlarının boş zamanlarda maç yaptığını, okul sonrası kahvehanelere ya da oyun salonlarına takıldığını aktaran Nakipoğlu, kendisinin arkadaşlarının aksine fotoğraf çektiğini, tiyatro çalışmalarına vakit ayırdığını vurguladı.
Annesinin çeyiz sandığı ilk karanlık odası oldu
Annesinin çeyiz sandığının karanlık oda olarak kullandığını anlatan Nakipoğlu, şunları söyledi:
"Annemin çeyiz sandığı benim ilk karanlık odam oldu. Bir örneğini buradaki müzeye koydum. İçindeki eşyaları çıkardım kenara koydum. Birinci banyoyu erittim, ikinci banyoyu erittim. Kimyasalları önceden hazırlamak lazım, biraz da bekletmek lazım ki çöksün, durulsun. 20-22 civarında da derecesi olması lazım. Karanlık odanın olmazsa olmazı da kırmızı ışıktır. Filmin ışıktan etkilenmemesi lazım. Pilli fener aldım, önüne kırmızı jelatin bağladım. İşte karanlık odanın kırmızı ışığı."
Daha sonra okulda fotoğraf kulübü ile karanlık oda kurduğuna ve bu durumun kendisini belli bir olgunluğa eriştirdiğini belirten Nakipoğlu, evliliğinin ardından bir karanlık oda da evine kurduğundan bahsetti.
"Benim hayatımda çok hatıram var. Her makineyi lensiyle bir insanın gözü, arkasındaki film yuvasıyla da hafızası kabul edin" diyen Nakipoğlu, fotoğraf karesinin tek karede dünya olduğunu söyledi.
70 farklı ölçüde vitrin
Kendisindeki makinelerin yanı sıra satın aldığı makinelerle müzeyi açtığını, 900 makinenin zaman içinde bin 250'ye ulaştığını belirten Nakipoğlu, şöyle konuştu:
"900 makineyi ben satın alma yoluyla temin ettim. Burayı kurdum ama daha sonra ilaveler yaptım. Müzenin kurulmasının ardından dükkanını kapamış, 'Ben bu makineleri ne yapacağım' diyenlerin makinelerini buraya koyduk. Sahibi rahmete ermiş, vasiyet etmiş, 45 yıl önce dükkan sattığım bir fotoğraf stüdyosu makineleri müzeye getirildi. Böyle böyle bin 250 fotoğraf makinesi oldu. Burada şu anda 70 farklı ölçüde vitrinim var. Makineler bu vitrinlerde özenle sergileniyor."
"En yaşlı makinem 123 yaşında"
Nakipoğlu, müzeyi İstanbul'un tarihi yarımadasında satın alacağı bir binaya taşımaya niyetli olduğunu ancak müzenin bir bölümünü yine okulda bırakacağını söyledi.
"En yaşlı makinem 123 yaşında. 1896 yılının kocaman makinesi. O dönemlerde ne kadar büyük makineniz var, o kadar büyük fotoğraf baskısı yapabiliyorsunuz. Çünkü o yıllarda büyütme tekniği yok. Şimdi 1890'lı yıllarda dünyada yaşanan özellikle kendi bölgemizde yaşanan, ne başladı; Balkan Savaşları başladı, 1897 yılında Balkanlar'dan Türkiye'ye göçler başladı. İnsanın aklında hep savaşlar kalır, barışların hiçbiri kalmamıştır. Balkan Savaşları sonra Çanakkale, Birinci Dünya Savaşı, Cumhuriyetin kazanımı için verilen mücadeleler ve Cumhuriyetin kazanımı, İkinci Dünya Savaşı. Günümüze kadar bu makineler bu anlamda bütün anıları dokunduğunuz zaman anlatmak zorunda. Çünkü kesinlikle bu makinelerin her birisi çok olaylara şahitlik yapmışlardır. Tabii içinde barışlar da var."
Casusların kullandığı makineler de müzede yer alıyor
Casus kameraların, müzedeki en dikkat çeken makinelerin başında geldiğini dile getiren Nakipoğlu, şunları anlattı:
"8 milimetrelik çok ince ve küçük filmlere fotoğraf çeken, o dönemlerde de casusların kullandığı makineler müzemde var. Mesela, çakmak gibi duran makineler var, dolma kalem türünde olan var, soğuk içecek kutuları gibi o tür kutular var. Ancak bunların her biri fotoğraf makinesi. Karşıdaki şüphelenmeden o anda fotoğraf çekebilmek için yapılmış. Fotoğraf makineleri nasıl ihtiyaçtan dolayı icat edilmişse, casus kameralar da ihtiyaçtan dolayı küçültüldü."
Nakiboğlu, müzeye kendisinden sonra da sahip çıkılmasını istediğini, çocukları ve torunlarının da müzeye ilgi gösterdiğini belirterek, "Ben buraya nasıl sahip çıkıyorsam çocuklarım da öyle sahip çıkacak. Oğluma bir gün 'Oğlum, benden sonra ne yapacaksınız müzeyi?' diye sordum. Oğlum, şaka amaçlı, 'Baba ya paylaşırız, ağabeyimle paylaşırız.' dedi. O laf bile beni tedirgin etti" dedi.
"Buraya servet verseler vermem"
30 yıl emek harcayarak müzeyi oluşturduğunu anlatan Nakiboğlu, şöyle konuştu:
"Bu makineleri ben almış olabilirim ama gelirseniz sizin, gelmezseniz benim. Buraya sahip çıkılması gerekiyor. Buraya servet verseler vermem. Çocuklarımın hangisini verebilirim, benim gibi kim bakabilir? Arabaya taş, ben bu yola baş koydum."
Bakırköy'deki Nefus Nakipoğlu Özel Eğitim Uygulama Okulunun dördüncü katındaki Kamera Müzesi, hafta içi 09.00-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor.
Kaynak: AA