"Allah, büyüktür! Vatan, kutsaldır..."
Namık adını şair Eşref Paşa'dan alan, asıl adı Mehmet Kemal olan usta edebiyatçı, 1 Aralık 1840'ta 2. Abdülhamid'in müneccimbaşısı Yenişehirli Mustafa Asım Bey ile Fatma Zehra Hanım'ın çocukları olarak Tekirdağ'da doğdu.
“Namık” ismini şiirle birlikte kullanmaya başladı.
Namık Kemal, 1848'de annesi Fatma Zehra Hanım'ı kaybedince çocukluğunu Tekirdağ Valisi dedesi Abdüllatif Paşa'nın yanında, Rumeli ve Anadolu'da geçirdi.
Afyon müftüsü Buharalı Hacı Velid Efendi'den gördüğü eğitimin yanı sıra özel derslerle de Arapça ve Farsça dillerini öğrenen Namık Kemal, Afyon Mevlevi Tekkesi neyzenbaşı Coşkun Dede'den tarikat usullerini öğrendi.
Mart 1853'te Kars kaymakamlığına tayin edilen dedesiyle bu şehre taşınan Kemal, 1,5 yılda Karslı şair ve müderris Vaizzade Seyid Mehmet Hamid Efendi'den tasavvuf ilmini, divan edebiyatını öğrendi ve hocasının da teşvik etmesiyle ilk şiir denemelerini kaleme aldı.
Bu yıllarda tasavvuf ve Vahdet-i Vücut felsefesine ilgi duymaya başladı.
Muhiddin Arabî ve Mevlâna’yı okudu. Aşıklık geleneğinin güçlü olduğu Kars’ta halk şiiri geleneğini tanıdı. Serhat boyundaki bu şehirde halk âşıklarının vatan konusundaki hassasiyetlerinden etkilendi. Klasik şairleri okudu. Aruz veznini öğrendi.
Kara Veli Ağa adındaki kır serdarından avcılık, atıcılık, cirit oyunu dersleri alan şair, babasının 1855'te Filibe kentine mal müdürü ve dedesinin Sofya Kaymakamlığına atanması ile Sofya'ya gitti ve Niş kadısı Mustafa Ragıp Efendi'nin kızı Nesibe Hanım'la evlendi.
Çiftin Feride, Ulviye ve Ali Ekrem adında üç çocuğu olurken, Sofya'da evlerine ziyarete gelen dedesinin arkadaşı şair Binbaşı Eşref Bey, şiirlerini okuduktan sonra bir mahlas düzenleyerek asıl adı "Mehmet Kemal" olan usta edebiyatçıya "Namık" ismini verdi.
Sofya'da Fransızca öğrenen ve 1857'de İstanbul'a dönen Namık Kemal, ilk görev yeri Bab-ı Ali Tercüme Odası'nda katip olarak çalıştığı dönemde önemli düşünür ve sanatçılarla tanışma imkanı bularak fikir dünyasını oluşturmaya başladı.
Edebiyatta Batılılaşmanın ilk adımlarını atan İbrahim Şinasi ile tanıştı ve Şinasi'nin çıkardığı Tasvir-i Efkar gazetesinde fıkra ve tercüme yazıları yazdı.
Kemal, 1865'te Şinasi'nin Fransa'ya gitmesiyle kendisine bıraktığı gazeteyi tek başına çıkarmaya başladı.
Burada kaleme aldığı yazılarında siyasi ve sosyal hayat, dil, eğitim, sanat ve edebiyat konularında düşüncelerini son derce etkili bir şekilde anlattı.
Bu yıllarda modern Türk edebiyatın beyannamesi kabul edilen “Lisân-i Osmânînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şamildir” isimli makalesini yazdı ve Türk edebiyatının içinde bulunduğu durumu ayrıntılı bir şekilde anlattı.
Namık Kemal, İstanbul'dan uzaklaştırılmak için Erzurum'a vali yardımcısı olarak atandı, fakat bu göreve gitmeyi erteleyerek Mustafa Fazıl Paşa'nın çağrısı üzerine Ziya Paşa ile birlikte Paris'e gitti.
Fransız hükümetinin Genç Osmanlılara ülkeyi terk etmelerini söylemesi üzerine Londra'ya geçen Namık Kemal ve arkadaşları, 1868'te Mustafa Fazıl Paşa'nın maddi desteğiyle Ali Suavi ile "Muhbir" ve "Hürriyet" gazetelerini çıkardı.
Namık Kemal, çeşitli anlaşmazlıklar sonucu, Avrupa'da desteksiz kalınca, 1870'te Zaptiye Nazırı (Güvenlik Bakanı) Hüsnü Paşa'nın çağrısı üzerine İstanbul'a döndü.
Sadrazam Ali Paşa'nın ölümünden sonra Ebüzziya Tevfik Bey'le birlikte 1872'de İbret gazetesini çıkaran Namık Kemal'in, muhalif yazılar yazdığı için gazetesi kapatıldı ve mutasarrıf olarak Gelibolu'ya atandı.
Namık Kemal, kaymakamlık görevinden azledilince 1873'te İstanbul'a döndü ve sonra tiyatroyla ilgilenmeye başladı.
Gedikpaşa Tiyatrosu'nda 1 Nisan 1873'de "Vatan Yahut Silistre" oyununu sahneleyen Kemal, oyunu izleyenlerin galeyana gelip olay çıkarması üzerine birçok arkadaşıyla birlikte tutuklandı ve Magosa'ya sürgün edildi.
Sanatı toplumun Batılılaşması için bir araç olarak kullanan şair, eserlerini halkın anlayabileceği sade bir dille yazmayı amaçlarken, Fransız edebiyatını örnek aldı ve romantizmin etkisinde kaldı.
Kemal, Birinci Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a dönerek danıştay üyeliği yaptı ve Kanun-ı Esasi'yi hazırlayan kurulda görev yaptı.
Sırasıyla, 1879'da Midilli, 1884'te Rodos ve 1887'de Sakız Adası kaymakamlığı yapan şair, yakalandığı zatürre hastalığından kurtulamadı.
Namık Kemal, 2 Aralık 1888'deki vefatının ardından Sakız Adası'ndaki bir caminin haziresine defnedildi. Daha sonra cenaze, vasiyetine uyularak Ebüzziya Tevfik'in padişaha müracaatı üzerine Gelibolu'ya nakledildi.
Usta edebiyatçı, "Vatan yahut Silistre", "Gülnihal", "Akif Bey", "Zavallı Çocuk", "Kara Bela", "Celaleddin Harzemşah", "İntibah", "Cezmi", "Barika-i Zafer", "Kanije", "Osmanlı Tarihi Medhali", "Bahar-ı Daniş", "Terceme-i Hal-i Nevruz Bey", "Mukaddeme-i Celal", "Vaveyla", "Murabba", "Vatan Mersiyesi", "Osmanlı Tarihi" ve "Büyük İslam Tarihi"nin arasında olduğu pek çok eser kaleme aldı.
Namık Kemal, tek başına ne bir şair ne bir romancı ne bir tiyatro yazarı ne de bir gazetecidir. Şiirlerini çeşitli dergilerde yayınlayan Namık Kemal, sağlığında bunları bir kitapta toplamadı.
İçerik olarak Türk şiirine yeni konular, yeni fikirler taşıyan Namık Kemal, “Vatan, hürriyet, millet” başta olmak üzere, “hak, hukuk, adalet, eşitlik, kardeşlik” gibi yeni temaları Türk şiirine kazandırdı. Hatta vatan ve hürriyet şairi olarak anılmaya başladı.
Klasik edebiyatın zevk ve terbiyesiyle yetişen Namık Kemal’in ilk dönemde kaleme aldığı şiirlerini Fuzûlî, Nedim, Şeyh Galip, Nâilî gibi şairlerden gelen tesirle ve Encümen-i Şuarâ toplantılarında tanıdığı Leskofçalı Gâlip, Hersekli Ârif Hikmet ve Osman Şems’den aldığı zevkle yazdı.
Sanatının ikinci devresinde ise Türk edebiyatında İbrahim Şinasi, Batı edebiyatında ise başta Victor Hugo olmak üzere, “edebiyât-ı sahîha”nın Avrupa’daki temsilcileri kabul edilen Corneille, Moliere ve Musset gibi yazarların tesirinde kaldı.
Vatan, millet, hürriyet gibi kavramları bir heyecan konusu haline getirip en tesirli şekilde topluma mal eden Namık Kemal’in Hem Ahmet Mithat Efendi, Ebuzziya Tevfik gibi çağdaşları üzerinde hem de kendinden sonraki Abdülhak Hâmit, Recaizade Mahmut Ekrem, Tevfik Fikret, Sami Paşazade Sezai, Mehmet Akif Ersoy ve Mehmet Emin Yurdakul gibi şairler başta olmak üzere Türk şiirinde çok geniş bir tesir sahası oluşturdu.
Tanzimat döneminin en önemli düşünce, sanat ve siyaset adamlarından biri olan Namık Kemal, eserlerinde "toplum için sanat" anlayışını benimsedi.
Eserlerini halkın anlayabileceği sade bir dille kaleme alan usta edebiyatçı, Divan edebiyatının süslü-sanatlı dili yerine, belli bir düşünceyi iletmeyi amaçlayan yeni bir dil kullandı.