Halk arasında “felç” olarak bilinen inme, beynin kan akışının aniden kesilmesi sonucu meydana gelen kritik bir sağlık sorunu. Herkesin başına gelebilecek bu durum, yaş ilerledikçe daha sık görülüyor ve ciddi sonuçlar doğurabiliyor. İnmenin ciddiyetine dikkat çekmek amacıyla her yıl 29 Ekim, “Dünya İnme Günü” olarak anılıyor. Türk Nöroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İpek Midi ile inmeyi ve korunma yollarını konuştuk.
İnme beyni besleyen damarlardan birinin tıkanması ya da beyin damarlarının yırtılması sonucu beyin zarları içine veya beyin parankim dokusu içine kan sızması sonucunda meydana geliyor. İki türlü oluyor; bunların ilkine tıkayıcı inme, ikincisine ise kanamalı inme deniyor. Beynin bir kısmına giden kan akışı azaldığında veya tamamen tıkandığında, beyin dokusunun oksijen ve besinden yoksun kalması söz konusu oluyor. Bu da beyin hücrelerinin dakikalar içerisinde ölmeye başlamasına neden oluyor. Etkilenen bölgeye bağlı olarak da fonksiyonlarda geçici ya da kalıcı kayıplar oluşuyor.
Bir tarafta ani gelişen güçsüzlük; yani kişinin kolunu-bacağını kaldıramaması en yaygın belirti. Bunun dışında vücudun bir yarısında ani olarak gelişen his kaybı, konuşma bozukluğu, ağızda bir tarafa kayma, çift görme, baş dönmesi, bulantı, kusma, bilinç durumunda değişim, yürüme güçlüğü ve dengesizlik gibi pek çok belirti inme semptomları arasında yer alıyor.
İnme her yaşta görülebilir ancak sıklığı yaşla birlikte artıyor. Bazı yayınlarda erkeklerde daha sık görüldüğü belirtilmekle birlikte kadınlarda özellikle menopoz sonrası bu risk cinsiyet açısından eşitleniyor.
Tansiyon yüksekliği, yani hipertansiyon inme riskini 4-5 kat artırıyor. Bu nedenle belirli aralıklarla tansiyon ölçümü yapmak ve 140/90 mmHg’nin üzerinde değerler olduğunda doktora başvurmak gerekiyor. Kan yağlarının ve şekerin yüksekliği de inme riskini 2 kat artıran faktörler arasında yer alıyor. Bunun için beslenmemizde tuzu kısıtlamak, yağlı ve şekerli yiyeceklerden uzak durmak alınabilecek en basit tedbirler. Risk faktörlerinden bir diğeri de kalp hastalıkları… Bunlar arasında atrial fibrilasyon en sık görülen kardiyak ritim bozukluğu olup, kalp kaynaklı inmelerin yaklaşık yarısının nedenini oluşturuyor.
Sigara ve alkol de diğer risk faktörleri arasında yer alıyor. Sigaranın bırakılması, alkolden uzak durulması inmenin önlenmesindeki öneriler arasında yer alıyor.
Fiziksel aktivitenin artırılması yine koruyucu önlemlerden biri. Günlük ya da haftanın 3 günü yapılabilecek 45 dakikalık yürüyüşler kilo vermenin yanı sıra tansiyonun daha düzenli hale gelmesini sağlıyor. Aynı zamanda kan yağları ve şeker düzeylerinin düşmesine de neden oluyor. Bel çevresinin kadınlarda 88 cm, erkeklerde 102 cm üzerinde olması da inme riskini artırıyor. Bunun için boy ve kiloya göre hesaplanan ve vücut kitle indeksi denilen bir parametre ile normal, şişman ya da obez kategorisinde olunup olunmadığını hesaplamak gerekiyor. Buna göre de sağlıklı bir beslenme planlanın yapılması şart. Özellikle Akdeniz diyeti dediğimiz diyet tarzı inmeden korunmada en önemli beslenme tipini teşkil ediyor.
İnme belirtileri ortaya çıkan hastanın acilen en yakın inme merkezine sevk edilmesi gerekiyor. Hastanın vital bulguları stabilize edildikten sonra ve yapılan bilgisayarlı beyin tomografisinde de beyin kanaması olmadığı saptandıktan sonra ilk 4-5 saat içinde damardan verilen tedavi ile pıhtının eritilmesi sağlanıyor. Bunun dışında anjiyo yolu ile de pıhtının çıkartılması işlemi özellikle ilk 6 saat içinde yapılırsa daha faydalı oluyor. Ancak son yapılan çalışmaların ışığında uygun hastalarda anjiyo ile pıhtıyı çekme işlemi ilk 24 saate kadar uzatıldı. Eğer hastalarda bu süreç gecikirse beyindeki hasar daha fazla oluyor. Hatta kimi zaman beyin ödemi de gelişerek hastanın hayati tehlike içine girmesine yol açıyor.
Hastanın nörolojik açıdan stabilizasyonu sağlandıktan sonra mümkün olduğunca erken evrede fizik tedaviye başlanması gerekiyor. Nörolojik muayenede vücudun bir yarısında kas gücü kaybı ileri derecede fazla olan hastalarda bir fizyoterapist eşliğinde ve aile yakınlarının da desteği ile önce pasif egzersizlere başlanıyor. Hatta stabil hastalara ilk gün itibaren bu egzersizler yaptırılabiliyor. Hasta söylenen egzersizleri algılayabilecek düzeyde olduğunda ve kas gücü yer çekimi kuvvetini yenebilecek duruma geldiğinde aktif egzersizler ile rehabilitasyon programı sürdürülüyor. Düzenli olarak fizik tedavi egzersizlerini yapan hastalarda mevcut kas gücü kaybı günden güne toparlanıyor. Ancak burada sadece kas gücü değil, mevcut damar tıkanıklığının etkilediği yere bağlı olarak da kimi zaman yutma terapisine kimi zaman konuşma terapisine ihtiyaç duyuluyor.