Kemik erimesi, demir eksikliği, ciltte döküntü hatta gece körlüğü… Bu ve buna benzer pek çok rahatsızlığın temelinde çölyak hastalığı olabiliyor. Kronik bir hastalık olan çölyak ölümcül değil ama yaşam kalitesini düşürüyor.
Çölyak dünyada olduğu gibi ülkemizde de ortalama her 100 kişiden birinde görülüyor. Eğer önem verilmezse pek çok sağlık sorununa davetiye çıkarıyor. Ancak belirtileri başka hastalıklarla benzerlik gösterdiği için teşhis sürecinde kimi zaman akla ilk gelen hastalık olmuyor. Bu da geç tanı konulmasına sebep oluyor.
İlk belirtiler ek gıdaya geçince çıkıyor
Sağlık Bilimleri Üniversitesi İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Alpaslan Tanoğlu hastalığı, “Buğday, arpa, çavdar gibi tahıllarda bulunan glütene karşı vücudun bağışıklık sisteminin anormal yanıt vermesiyle oluşan bir rahatsızlık” diye tanımlıyor.
Hastalık ilk belirtilerini bebek ek gıdaya geçip diğer besinlerle tanıştığında vermeye başlıyor. Ancak her zaman bu kadar kolay ya da erken anlaşılmıyor. Doç. Dr. Tanoğlu, çölyak hastalığını buzdağının görünen kısmına benzeterek, “Suyun üstünde kalan kısmını hastalık olarak görüyoruz ama alt tarafında sessiz seyreden, yıllarca tanı konulamayan tipik bulgularla seyretmeyen çölyak hastaları da var” diyor.
Genetik yatkınlık önemli bir faktör
Genetik yatkınlık ve çevresel kombinasyonların önemli çölyak sebepleri olduğu söyleniyor. Genel olarak birinci dereceden akrabalarında çölyak hastalığı olanlarda daha fazla görülüyor.
Doç. Dr. Tanoğlu, hastalığın ilerleyişi ile ilgili olarak, “İnce bağırsakların iç yüzünde tüysü çıkıntılar var. Birçok gıdanın emilimi bunlarla sağlanıyor. Ancak reaksiyon sonucu o tüysü yapılarda bozulmalar gelişiyor. Emilim bozulması ve buna bağlı gıdaların yeterince vücuda alınamaması gibi birtakım eksikliklerle iç içe olan bir hastalık örgüsü” ifadesini kullanıyor.
“Bütün vücut sistemini etkiliyor”
Ottoimmün bir hastalık olan çölyakın çok geniş bir belirtiler yelpazesi var. Doç. Dr. Tanoğlu bunları şöyle anlatıyor:
“Vücutta özellikle vitaminler ve minerallerde çok büyük eksiklikler oluyor. Kalsiyum eksikliğine bağlı kemik erimesi, kemik yapılarında bozulma oluyor. K vitamini eksikliğine bağlı kanamaya meyil oluyor. A vitamini eksikliği olursa da gece körlüğü gelişebiliyor. Bu ve bunun gibi pek çok sıkıntılar yaşanabiliyor. Yine bu durumlara eşlik eden farklı rahatsızlıklar da olabiliyor. Mesela ciltte kaşıntı ve cilt döküntülerle seyreden hastalıklar ya da dilde birtakım rahatsızlıklar görülebiliyor. Demir eksikliğine bağlı anemi dediğimiz kansızlık oluyor. Onun dışında baş dönmesi, denge sorunları, hormon düzenlerinde bozukluklar yaşanıyor. Ağız içinde aftlar, yaralar olabiliyor. Depresyon bulguları, dikkat bozukluğu gibi aslında bütün vücut sistemini etkileyen belirtileri var.”
Hastalığın belirtileri yaşla birlikte farklılık da gösterebiliyor. Çocuk yaşlarda sıklıkla kusma, uzamış ishal, karında şişkinlik, gelişme gerililiği, iştahsızlık, soluk bir görünüm ya da kansızlığa bağlı birtakım belirtiler söz konusu. Genç yaşlarda yine gelişme geriliği, kısa boy, ergenlikte gecikme, dikkat bozukluğu, hiperaktivite, öğrenme güçlüğü, kas koordinasyon eksiklikleri gibi rahatsızlıklar da ortaya çıkabiliyor.
İleri yaş grubunda teşhis daha zor
Çölyak hastalığının iyileşmesi için en önemli adım teşhisten geçiyor. Doç. Dr. Tanoğlu, tanı sürecini, “Hastalar her zaman tipik bulgularla gelmiyor. Öncelikle aile hikayesini sorgulamak lazım. Şüphelendiğimiz hastalarda kan testleri yaparak çeşitli otoantikorlara bakıyoruz. Ondan sonra ise endoskopik işlem yaparak ince bağırsağın başlangıç kısmından biyopsi alınıp patolojide inceleniyor. Böylece hastalığın tanısı netleştirilmiş oluyor” sözleriyle anlatıyor.
İleri yaş hastalar tanının en zor konulduğu grup oluyor. Çünkü o yaşa gelinceye değin hastalık tipik belirtiler vermeden sessizce seyredebiliyor. Dolayısıyla yaşlı bir hastada, genç birinde olduğu gibi akla ilk “Çölyak olabilir mi?” sorusu gelmiyor.
Glütensiz bir hayat sürmek gerekiyor
Çölyak hastalığının en net tedavisi diyet. Hastalar glüten içeren besinleri tüketmediği zaman belirtiler azalıyor. Doç. Dr. Tanoğlu bunu şöyle açıklıyor:
“Hasta diyetine başladıktan 4-6 hafta sonra birçok bulguları iyileşiyor. Otoantikorları negatifleşmeye başlıyor. Hatta hastanın diyete uyup uymadığını da o otoantikorlara bakarak anlayabiliyoruz. Onun dışında tedavi sürecinde vitamin ve mineral eksikleri varsa bunları da dışarıdan vermek gerekiyor. Bazen dirençli vakalar oluyor. Daha ileri ağır tedaviler uyguladığımız da oluyor. Ama işin merkezinde diyet var. Hastalar ilk yıl 3-6 aylık periyodlarla takip edilmeli. Sonra da yılda bir kez kemik ölçümü yapılmalı.”
Grafik: Şeyma Özkaynak