Son zamanlarda artan kaygı seviyeleri, daha fazla insanın anksiyete yaşayıp yaşamadığı ya da sadece bu konuda daha açık konuşmaya mı başladığı sorularını gündeme getiriyor.
New Scientist'e göre, anksiyete yaygınlığında belirgin bir artış gözlemleniyor ancak detaylara inildiğinde durumun netliği azalıyor. COVID-19 salgını bu artışın önde gelen nedeni olarak kabul edilirken ekonomik ve politik faktörlerin de etkili olabileceği belirtiliyor.
Dünya Sağlık Örgütü, 2020 yılında sokağa çıkma yasakları ve diğer kısıtlamaların getirilmesiyle birlikte anksiyete bozukluklarında yüzde 25,6'lık bir artış olduğunu bildirmişti. İnsanların bilinmeyen bir virüsle ve bunun yaşamlarına olan etkisiyle başa çıkma çabası, bu artışta önemli bir rol oynadı.
Ancak pandemi öncesinde de kaygı seviyeleri yükseliyordu. Örneğin, Birleşik Krallık'ta 2014-2018 yılları arasında 18-44 yaş grubunda yaygın anksiyete bozukluğu teşhisleri 2018'de yüzde 6,7'ye yükselmişti ve bu artış özellikle gençler arasında belirginleşmişti.
Küresel Hastalık Yükü Projesi'nin 2022 yılı verilerine göre, dünya genelinde 204 ülkede anksiyete bozukluklarının yaygınlığı incelendi. Portekiz, 100 bin kişi başına 8 bin 671 vaka ile en yüksek orana sahip ülke olurken, Brezilya, İran ve Yeni Zelanda onu takip ediyor.
Avrupa ve Amerika en yüksek oranlara sahipken, Afrika ve Asya en düşük oranları gösteriyor. Bu çalışma, yüksek gelirli ülkelerde anksiyete oranlarının daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor.
Bilim insanları, anksiyetenin ne olduğu konusunda tam bir fikir birliğine varabilmiş değiller. Son araştırmalar, anksiyetenin vücut ve beyin arasındaki iletişim bozukluğundan kaynaklanabileceğini öne sürüyor.
University College London Anksiyete Laboratuvarı'nın başkanı Oliver Robinson, "Dünyada ne kadar insan varsa o kadar anksiyete türü var" şeklinde konuşuyor.
Çocuklar arasında da anksiyete artışı dikkat çekiyor. Pandemi ve sosyal medya gibi çeşitli faktörlerin etkisiyle, günümüzde birkaç yıl öncesine göre daha fazla çocuk endişeli hissediyor.
2020-2021 yılları arasında yapılan ve dünya genelinde 80 bin genci kapsayan 29 çalışmanın analizi, çocukların yüzde 20,5'inin klinik olarak anlamlı anksiyete belirtileri gösterdiğini ortaya koydu.
Özellikle son 10 yılda artış gösteren kaygının nedenlerini daha detaylı öğrenmek için Uzman Psikolog Meryem Kahramanlar ile konuştuk.
Kahramanlar, son yıllarda kaygı ve depresyon seviyelerinin, pandemi gibi küresel olayların etkisiyle arttığını belirtiyor. 'The Lancet' dergisindeki bir araştırmayı örnek veren uzman psikolog, 2020'de depresyonun dünya genelinde yüzde 28, anksiyetenin ise yüzde 26 oranında yükseldiğini söylüyor ve şöyle devam ediyor:
“Kaygının artışında teknoloji ve sosyal medyanın yaygınlaşması önemli bir rol oynuyor. İnsanlar sürekli olarak başkalarının hayatlarını kıyaslıyor ve dijital zorbalıkla karşılaşıyor. Bu da yetersizlik hissi ve sosyal izolasyonu artırıyor. Ekonomik belirsizlikler ve iş güvencesizliği de bireylerde kaygı yaratıyor. Sosyal ve politik gerilimler, iklim değişikliği ve doğal afetler ise geleceğe dair belirsizlikleri ve korkuları artırarak kaygıyı tetikliyor. Modern yaşamın getirdiği hayat da kaygıyı artıran faktörler arasında.”
Uzman Psikolog Kahramanlar, tıpkı yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da anksiyetenin arttığını söylüyor. Bu görüşü verirken dünya genelinde yapılan araştırmaları da örnek göstererek bu durumu destekliyor.
Kahramanlar, "Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, dünya genelinde çocukların ve gençlerin yüzde 10-20'si ruh sağlığı sorunları yaşıyor ve bu sorunların yarısı 14 yaşına kadar, yüzde 75'i ise 18 yaşına kadar başlıyor" diyor. Yaygın anksiyete bozukluğunun ve depresyonun, bu yaş grubunda en sık görülen problemler arasında olduğunu belirtiyor. Gençlerde anksiyete ve depresyon oranının son 25 yılda yüzde 70 arttığı bilgisini de paylaşıyor.
“Çocuk ve gençlerde artan psikolojik rahatsızlıkların sebepleri arasında akademik baskılar, sosyal medya kullanımı ve aile dinamikleri önemli rol oynuyor. Eğitimdeki rekabet ve sınav stresi kaygıyı artırırken, sosyal medyada maruz kalınan siber zorbalık ve karşılaştırmalar da çocukların kaygı seviyelerini yükseltiyor. Ebeveyn kaygısı, aile içi stres ve ekonomik sıkıntılar da bu durumu daha da kötüleştiriyor.”
Tüm bu anksiyete ve depresyon durumunun artışına bakıldığında dünya genelinde olan bir “kaygı salgını” problemi akla geliyor. Kahramanlar, mevcut veriler ve araştırmalar ışığında bu ifadenin mümkün olduğunu söylüyor.
“Kaygı bozuklukları, geniş kitlelerde yaygın hale gelmiş ve toplumun çeşitli kesimlerinde artış gösterdi. Teknolojik, ekonomik, sosyal ve çevresel faktörlerin birleşimi, kaygı düzeylerinin artmasına neden oldu. Özellikle COVID-19 pandemisi, zaten artış eğiliminde olan kaygı oranlarını hızlandırdı ve derinleştirdi.
Bu nedenle, kaygı bozukluklarının yaygınlığı ve artışı göz önünde bulundurularak, 'kaygı salgını' terimi günümüzün ruh sağlığı sorunlarını tanımlamak için uygun bir ifade olarak değerlendirilebilir. Bu durumun ciddiyetini kavrayarak, koruyucu faktörlere ağırlık verilmesi, bireysel ve toplumsal düzeyde çözümler geliştirilmesi ve uygulanması gerekiyor.”
Kahramanlar, son olarak, özellikle çocukluktan itibaren karşılaşılan stresle baş edebilme düzeyinin, bireyin psikolojik sağlamlık düzeyinin önemli bir belirleyicisi olduğunun önemli bir gerçek olduğunu dile getiriyor.
“Bu nedenledir ki ebeveynlerin çocukların küçük yaştan itibaren stresle baş edebilme becerilerinin gelişimine destek tutumları ve okul öncesi eğitim çok önemli yer tutuyor.”