Vücudun genellikle tek tarafında ağrı ve döküntülerle seyrediyor. Özellikle 50 yaş üzerindeki yetişkinlerde görülme sıklığı artıyor. Üstelik yaşam boyu her 3 kişiden biri bu hastalığa yakalanıyor. Sözünü ettiğimiz hastalık halk arasında “gece yanığı” olarak bilinen zona…
Yapılan araştırmalar zonanın Türkiye’de sık karşılaşılan bir hastalık olduğunu gösteriyor. Görülme sıklığı ise her geçen yıl biraz daha artıyor. Peki zona hastalığının sebepleri neler? Bulaşıcı bir hastalık mı? Zona hastalığı tedavi edilmezse başka sağlık sorunlarına da yol açıyor mu? Merak edilenlere Dermatoloji Uzmanı Prof. Dr. Nilgün Atakan’la yanıt aradık.
Zona hastalığının varisella-zoster virüsünün (suçiçeği virüsü) belli bir zaman sonra tekrar aktive olması ile ortaya çıktığını söyleyen Prof. Dr. Atakan, “Ağrı ve döküntülerle seyreden viral bir deri hastalığı” tanımını yapıyor. “Hastalık vücudun tek tarafında, deri üzerinde içi su dolu uçuk benzeri kabarcıklarla kendini belli ediyor” diyen Prof. Dr. Atakan, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Döküntülerin 1-2 hafta içerisinde kabuklanarak geçmesi beklenir. Ancak döküntülerin kaybolmasından sonra da ağrının uzunca bir süre devam etmesi (postherpetik nevralji) hastalığın en can sıkıcı ve korkulan özelliği.”
Gelelim hastalığın sebeplerine… Varicella-Zoster virüsü aşılanmamış çocuklarda suçiçeği hastalığına neden oluyor. Yetişkinlerde ise aynı virüs aktive olarak zona hastalığına yol açıyor. Prof. Dr. Atakan, suçiçeği geçirdikten sonra bu virüse karşı gelişen bağışıklık durumunun ilerleyen yaşla birlikte azalmaya başladığını altını çizerek şunları anlatıyor:
“Yaş almanın yanı sıra kronik hastalıklar ve çeşitli immünsüpresyon yapan ilaçlar da bağışıklığı zayıflatıyor. Kritik bir noktadan sonra virüs tekrar aktive oluyor ve çoğalmaya başlıyor. Sinir hücrelerinde çeşitli hasarlara sebep olmasının ardından aşırı hassasiyet veya şiddetli ağrıya neden oluyor. Bu, ağrının döküntülerden sonra da devam etmesine neden yol açıyor.”
Zona özellikle 50 yaş ve üzerindeki yetişkinlerde daha fazla görülüyor. Üstelik 60 yaş ve üzerindekilerde bu oran 8-10 kat artıyor. Zonanın kronik hastalığı olanlarda daha fazla görüldüğünün altını çizen Prof. Dr. Atakan, şöyle uyarıyor:
“Diyabet, astım, kronik böbrek hastalığı, romatizmal hastalıklar ve kanser zona görülme sıklığını ciddi şekilde artırıyor. Dolayısıyla tüm bu kronik hastalığı olan kişiler, kemoterapi, radyoterapi, immün baskılayıcı tedavi görenler ve organ nakli olanların tümü risk grubunda yer alıyorlar.”
Zona hastalığında döküntüler hemen ortaya çıkmıyor. Henüz döküntüler görülmeden önce vücudun tek yarısında belli bir bölgede aşırı hassasiyet, kaşıntı, yanma, batma ve ağrı hissi ortaya çıkıyor. Prof. Dr. Atakan, “Her zaman görülmemekle birlikte çok tipik olan bu belirtiler, döküntüden 1 ila 10 gün öncesinden başlayabiliyor” diyor ve devam ediyor:
“Hastalar elektrik çarpar gibi bir ağrı, batma olduğundan şikayet ediyor. Özellikle ileri yaştaki hastalar hiçbir döküntü olmadan derilerinde içten gelen şiddetli ağrıdan yakınıyor. Bu tür değişik ağrılar olduğunda klinik muayene ve laboratuvar incelemelerde bir şey bulunamazsa, hasta zona şüphesi ile takip edilmeli. Genellikle birkaç gün veya birkaç hafta sonra ağrı bölgesinde kızarıklık ve ardından uçuk benzeri gruplar halinde vezikül dediğimiz içi su dolu kabarcıklar görülüyor. Bu minik kesecikler çoğu zaman kaşıntılı oluyor ve kısa sürede yırtılarak yüzeysel ülserlere dönüşüyorlar. 1 hafta 10 gün içerisinde ise kuruyup kabuklanıyorlar. Döküntülerin belli bir sinir boyunca yayılmaları ve tek taraflı görülmesi ile kolayca tanınıyorlar.”
Zona en sık gövdede, daha sonra ise boyun, saçlı deri ve yüz bölgelerinde görülüyor. Ancak döküntüler geçtikten sonra sıklıkla bir ay veya çok daha uzun süre hassasiyet ve ağrı devam ediyor.
Peki zona bulaşıcı bir hastalık mı? Soruya, “Zona olan biri hastalığı başkasına bulaştırmaz” yanıtını veren Prof. Dr. Atakan, bu noktada bir detayın altını çiziyor:
“Ancak hastanın döküntülerine temas eden veya nadiren bulunduğu ortamda
virüse solunum yoluyla maruz kalan çok az sayıdaki (su çiçeği geçirmemiş ve aşısı bulunmayan) kişiler, enfekte olduklarında suçiçeği enfeksiyonu geçirebiliyor. Bu nedenle zona hastaları, özellikle aşısı tamamlanmamış çocuklardan ve hamilelerden uzak durmalılar.”
Zona günümüzde önlenebilir bir hastalık olarak kabul ediliyor. Hastalıktan nasıl korunulması gerektiğini Prof. Dr. Atakan’dan dinliyoruz:
“Varisella-zoster virüsüne karşı geliştirilen ve FDA tarafından onaylanan inaktive rekombinan zona aşısı artık ülkemizde de mevcut. Yüksek etkililikle (yüzde 97), 2 veya 6 ay ara ile yapılan 2 doz aşının koruyuculuğu uzun yıllar, hatta ömür boyu devam ediyor.”
Zona hastalığının tedavisinde antiviral ilaçlar kullanılıyor. Bu tedavi hastalığın şiddetini ve süresini azaltmasının yanı sıra gelişecek komplikasyonların önlenmesi açısından büyük önem taşıyor. Yine ağrı kesiciler ve döküntüler üzerine antibiyotik içeren kremler de tedavide kullanılarak hem hasta rahatlatılıyor hem de ikincil enfeksiyonların gelişmesi önleniyor.
Hastaların bu süreçte istirahat etmesinin, bol sıvı almasının ve dengeli beslenmesinin önemli olduğunu ifade eden Prof. Dr. Atakan, “Eğer ağrı süreci uzar ve postherpetik nevralji gelişirse, hastanın uzun süreli ağrı kesiciler kullanması gerekebiliyor. Kontrol altına alınamayan ağrılarda, algoloji uzmanlarından yardım alınmalı” diye uyarıyor.
Zona genellikle kendini sınırlayan bir hastalık. Ancak risk grubunda yer alan kronik hastalığı olan kişilerde veya yaşlı hastalarda gerek şiddetine gerekse tutulum bölgesine göre değişen çeşitli komplikasyonlar gelişebiliyor. Genellikle beş hastadan birinde bununla karşılaştıklarını ifade eden Prof. Dr. Atakan sözlerini şöyle noktalıyor:
“En sık görülen postherpetik nevralji dışında deride enfeksiyon, skar oluşumu, tuttuğu bölgeye göre yüz felci, menenjit, inme, sağırlık, körlük ve kardiyolojik olarak perikardit, myokardit, aritmiler ve ani ölüm dahi görülebiliyor. Diğer yandan yüzde 10 oranında zonada nüks görülüyor. Bu nedenle zona ve komplikasyonlarının önlenmesi daha da önem kazanıyor.”