Geçtiğimiz günlerde bilim dünyası önemli bir başarıya tanıklık etti. Genetik kökenli bağışıklık sistemi hastalıklarına yönelik çalışmalar yapan Marmara Üniversitesi (MÜ) Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk İmmünolojisi ve Alerji Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Oğuzhan Özen önce CHAPLE Sendromu’nu bularak tanımladı. Ardından da tedavisini keşfederek adını dünya tıp literatürüne altın harflerle yazdırdı.
Üstelik tüm bu başarıları nedeniyle Avrupa İmmünoloji Dernekleri Federasyonu (EFIS) tarafından verilen Eastern Star Award’ın (Doğu Yıldızı Ödülü) sahibi oldu.
Genetik kökenli bağışıklık sistemi hastalıkları, nadir olarak karşılaşılan hastalıklar olduğu için gerek teşhisleri gerekse tedavi süreçleri hayli güç. Bu konuda uzun yıllardır çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Özen’le genetik kökenli bağışık sistemi hastalıkları ve kendisine ödül getiren CHAPLE Sendromu’na ilişkin söyleşi yaptık.
Genetik kökenli bağışıklık sistemi hastalıkları "primer immün yetmezlikler" olarak biliniyor. Doğuştan gelen bir genetik bozukluk nedeniyle bağışıklık sistemi normal işlevini yerine getiremiyor. Primer immün yetmezliklerin 500’den fazla çeşidi bulunuyor. Bu hastaların bağışıklık sistemi, mikroplara karşı gerekli şekilde yanıt veremediği için sık ve ağır enfeksiyonlar ortaya çıkıyor. Enfeksiyonlar, etkiledikleri organlara zarar vererek kalıcı hasarlara yol açabiliyor. Enfeksiyon yatkınlığı dışında tümörler ve otoimmün hastalıklar (bağışıklık sisteminin kendi dokularımıza zarar verdiği bozukluklar) giderek daha sık karşımıza çıkıyor. Primer immün yetmezliklerin çoğu henüz erken çocuklukta bulgu vermeye başlasa da erişkin yaşta ortaya çıkabilen tipleri de bulunuyor.
Yılda dört veya daha fazla kulak enfeksiyonu, yine yılda iki veya daha fazla sinüzit, iki ay veya daha uzun süren antibiyotik kullanımı, yılda iki veya daha fazla zatürre, büyüme ve gelişme geriliği, tekrarlayan doku veya organ apseleri, uzun süre devam eden ağızda pamukçuk veya ciltte mantar enfeksiyonu, enfeksiyonu iyileştirmek için damardan antibiyotik kullanımı, iki veya daha fazla derin doku yerleşimli enfeksiyon ve ailede primer immün yetmezlik öyküsü gibi belirtilerin primer immün yetmezlik açısından değerlendirilmesi gerekiyor.
Primer immün yetmezlik şüphesi olan bireylerde özel genetik testler ve laboratuvar analizleri uygulanıyor. Bu analizlerle hastaların bağışıklık sistemindeki belirli bileşenlerin eksikliği ya da işlev bozukluğu inceleniyor ve genetik mutasyonlar belirleniyor. Bu sayede hastalığın kesin tanısı koyularak tedavi planı oluşturulabiliyor.
Primer immün yetmezliklerin her bir tipi nadir olarak görülüyor. Ancak hepsi bir arada incelendiğinde önemli bir sıklık ortaya çıkıyor. Türkiye’de primer immün yetmezlik sıklığı Avrupa ve Amerika gibi Batı toplumlarına göre daha fazla. Artışlarında akraba evliliklerinin önemli bir payı var. Bu hastalıklar ciddi ve hayatı tehdit eden durumlar olduğu için erken tanı hayati öneme sahip. Erken tanı koyulduğunda, henüz organ hasarı gelişmemişken hastalar immünoglobulin tedavisi ve koruyucu antibiyotikler gibi destekleyici tedavilerle koruma altına alınıyor. Ayrıca her bir spesifik hastalık için özgün tedaviler planlanıyor. Çocukluk çağı aşılamalarında, immün yetmezlik tipine göre bazı değişiklikler uygulamak gerekebiliyor. Bazı primer immün yetmezlik tipleri kemik iliği nakli ve gen tedavisi gibi yaklaşımlarla tedavi edilebiliyor. Günümüzde immün yetmezliği olan hastalarda kullanılabilecek çok farklı ilaç seçenekleri mevcut. Burada vurgulanması gereken nokta, tedavi başarısının erken ve doğru tanı ile yakından ilişkili olduğu…
Bu hastalık, diğer primer immün yetmezlikler gibi genetik kökenli bir hastalık. CD55 isimli bir gendeki mutasyonlar sonucu ortaya çıkıyor. Bu gen, bağışıklık sisteminde fren görevi gören düzenleyici bir role sahip. CD55 geninde mutasyonu olan hastalarda (yani CHAPLE Sendromu) bağışıklık sisteminin bir kolunda aşırı aktivite ortaya çıkıyor. Hasta bireylerde "kompleman sistemi" adı verilen bu kol fazla çalıştığı için vücuda zarar verip özellikle bağırsaktaki lenf damarlarını bozuyor. Dolayısıyla bir yandan bağışıklık yetersizliği görülürken diğer yandan fazla çalışan bağışıklık elemanları kendi organlarına zarar veriyor. Bir nevi bağışıklık sisteminin ayarları bozuluyor.
CHAPLE Sendromu, diğer immün yetmezlik türleri gibi tek başına nadir görülüyor. Bununla birlikte, özellikle bazı yörelerde taşıyıcılık oranı görece olarak daha fazla ve akraba evliliği yapan ailelerin çocuklarında risk artıyor. Çoğunlukla aynı kökene sahip ailelerde birden fazla hasta görülüyor. Aslında mutasyonu tespit ettiğimizde hastalarımızın kökenlerini öngörebiliyoruz. Çünkü farklı yörelere has mutasyonlar mevcut. Örnek olarak Erzurum-İspir mutasyonu, Iğdır-Kars mutasyonu, Şanlıurfa mutasyonu gibi çeşitli yörelere has mutasyonlar bulunuyor. Ancak CHAPLE hastalığı haritasını çıkardığımızda, herhangi bir şehirde hastalar olabileceğini görüyoruz. Filistin, İsrail, Fas, Suriye, İran, Hindistan gibi pek çok ülkede de böyle öbeklenmeler mevcut. Hatta size bir anekdot anlatayım; küçük bir hastamızın dedesi, hastalık bulgularını gördüğünde annesine, “Bu belirtiler, bizim atalarımızdan beri bildiğimiz bir hastalığa benziyor, pek çok köylümüz bu hastalıktan kaybedildi” demiş. Daha sonra hakikaten bu ailenin köyü ve çevre köylerinden başka çocuklarda hastalık tespit ettik. Araştırdığımızda ise o bölgede mutasyonun taşıyıcılık oranı, böyle nadir bir hastalığa göre oldukça fazlaydı.
Hastalar, bağırsak yakınmaları ve ödem ile karşımıza çıkıyor. Bağırsaklar fazla geçirgen olduğu için kanda bulunan proteinler bağırsaktan kaybediliyor. Bağırsakta ilerleyici emilim bozukluğu ve iltihap ortaya çıkıyor. Göz çevresi ve bacaklarda ödem, karın şişliği, sık enfeksiyon geçirme ve büyüme geriliği ana yakınmalar arasında… Ayrıca erken yaştan itibaren görülebilen kalp ve damar tıkanıklıkları yaşamı tehdit edici özellikte. Bu hastalığı araştırınca şunu gördük ki çocukluk çağı hastalıkları arasında kanda pıhtılaşma riskini en çok artıran hastalık CHAPLE Sendromu. Dolayısıyla açıklanamayan damar tıkanıklıklarında bu hastalığı mutlaka aklımıza getirmemiz gerekiyor.
Yaklaşık 10 yıl önce ilk CHAPLE hastalarımız bize başvurduğunda, hastalıklarının neden kaynaklandığını araştırmaya başladık. Bulguları itibarıyla bilinen hiçbir hastalığa benzemiyordu. Genetik dizilim analizleri ile CD55 geninde mutasyon tespit ettik. Bu önemli bir keşifti. Çünkü CD55 geninin görev aldığı biyolojik fonksiyonun bağırsak hastalıklarındaki rolü hiç bilinmiyordu. Bu keşfin ardından, hastalık mekanizmalarının tam olarak çözümlenmesi yaklaşık 2 yılımızı aldı. Hastalık özelliklerini göz önünde bulundurarak "CHAPLE" ismini koyduk. Uluslararası bilimsel ortaklıkla yürütülen çalışmalar sonrası, CHAPLE hastalığının aslında tedavi edilebileceğini keşfettik. Araştırma bulgularımız, en prestijli bilim dergilerinde yayınlanarak bilim camiasında geniş yankı buldu. Gerek tanı metotları gerekse tedavi yöntemleriyle, tıp literatüründe övgüyle bahsedildi ve prestijli ödüllerle onurlandırıldı.
Bu süreç, tıp tarihinde özel bir öneme sahip. Bir hastalığın keşfi ile o hastalığa özgü tedavinin geliştirilerek kullanıma sunulması arasındaki süre sadece 6 yıl. Bu, rekor bir süre. Normalde onlarca yıl alan bir sürecin bu kadar kısa zamana sığdırılarak başarıyla yürütülmesi, ekibimizin yoğun çalışması ve çok iyi uluslararası iş birliklerinin bir sonucu. Bizim yürüttüğümüz süreçte çok sayıda basamağı hızlı bir şekilde tamamladık. Özellikle endüstri paydaşlarımız bizimle iş birliği yaparak ruhsatlama süreçlerini yönetti. Burada akademi-sanayi iş birlikleri kilit rol oynadı. Nihai olarak geliştirilen ilaç, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından 1 yaş ve üzeri hastalarda kullanım ruhsatı aldı. Şu an için dünyadaki herhangi bir ülkede ilaca erişim imkanı bulunmakta.
İlacın ilk dozu hastanede damar içine uygulanmakta. Sonraki idame tedavisi, cilt altına haftada bir uygulama gerektiriyor. Bu tedavinin önemli bir avantajı, hastaların kendisi ya da ebeveynleri tarafından evde uygulanabilir olması. Daha ilk dozdan itibaren hastaların yakınmaları hızla düzeliyor ve bireyler sağlıklarına kavuşuyor. Şunu gururla söylemeliyim ki bu tedavi yöntemi, tıbbın mevcut imkanlarını anlatmak üzere tıp camiasında sıklıkla örnek gösteriliyor. Biz, hastalık tanısını koyup ilacı başlattığımızda ailelere rahatlıkla şunu söylüyoruz:
"Gönlünüz rahat olsun, bu an, hastalığın sizi rahatsız ettiği son an... İlaca başladığımız günden itibaren artık her şey yoluna girecek...."
Çok az kronik hastalıkta böyle bir cümle kurmak mümkün.