Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Başkanı Prof. Dr. Alpay Azap, "Pişirme kurallarına dikkat edildiği takdirde et tüketimiyle şarbon bulaşmaz, süt ve süt ürünleri de bulaştırıcı değildir" dedi.
Azap, şarbonla ilgili özellikle sosyal medya aracılığıyla doğru olmayan ve halkı paniğe sevk edecek birtakım bilgi paylaşımlarının devam ettiğini söyledi.
Türkiye'de hem insan hem de hayvan şarbonu bildiriminin zorunlu hastalıklardan olduğunu belirten Azap, hastaların bildirilmesinin toplum sağlığı ve korunma açısından önemli olduğunu anlattı.
"Hastalardan diğer sağlık çalışanlarına bulaşma riski az"
Prof. Dr. Azap, teması olmuş kişilerde şarbon gelişimini engellemek için yapılacakların, değişiklik göstermekle birlikte, genel olarak profilaktik antibiyotik kullanımını ve aşılamayı içerdiğini belirtti.
Şarbonun, hastalardan diğer sağlık çalışanlarına bulaşma riskinin yok denecek kadar düşük olduğunu vurgulayan Azap, bu vakalar için standart izolasyon önlemlerinin alınması, hastanın sağlam olmayan derisiyle temas edileceği zaman eldiven kullanılması gerektiğinden bahsetti.
Prof. Dr. Alpay Azap, bu hastaların ayrı odada yatırılmasının gerekmediğini söyleyerek şunları konuştu:
"Şarbon dahil, çiftlik hayvanlarından bulaşacak tüm enfeksiyon hastalıklarından korunmak için alınabilecek kişisel önlemler, başta et ve süt olmak üzere hayvansal gıdaların çiğ olarak tüketiminden kaçınılmasıdır. Şarbonlu olduğundan şüphelenilen hayvanların kesilmesi ve yüzülmesi engellenmeli, imha süreçleri takip edilmeli, enfekte hayvanı taşıyan nakil araçları dezenfekte edilmelidir. En önemli konular hayvanların ve hayvan hareketliliğinin, aşılanmasının, ithalinin sıkı denetimlerle uygun şekilde yapılması, hayvan sağlığının bildirime tabi tutulmasıdır."
"Etler içinde kırmızı bölüm kalmayacak şekilde pişirilmeli"
Marketten, kasaptan alınan parçalanmış haldeki ette şarbon olduğunun anlaşılamayacağını vurgulayan Azap, "Ancak şarbonlu hayvan kesim sırasında veya öldüğünde ki muayenesinde kanının, pıhtılaşmaması ve renginin siyah olmasıyla kesen kişi tarafından fark edilebilir. Bu durumda da kesin tanı için örnekler alınarak laboratuvar testleri yapılmalıdır" dedi.
Prof. Dr. Azap, şarbonlu hayvanların sütüne bakterinin geçmesinin, hastalığın seyrinde beklenen bir durum olmadığını söyleyerek şunları ekledi:
"Basit olarak etlerin içinde kırmızı bölüm kalmayacak şekilde pişirilmiş olması yeterli kabul edilir. Pişirme kurallarına dikkat edildiği takdirde et tüketimiyle şarbon bulaşmaz, süt ve süt ürünleri de bulaştırıcı değildir. Ayrıca gıdaların tüketilmesi yoluyla şarbon gelişme olasılığı, bakterilerin mide asidine duyarlı olması ve enfeksiyon için gerekli bakteri miktarının yüksek olması nedeniyle nadir görülmektedir. Nitekim insan şarbonu olgularının yüzde 95'i genellikle hafif seyirli ve tedavi edilebilir bir form olan cilt şarbonu şeklinde karşımıza çıkmaktadır."
"İnsanlar arasında bulaşma riski yok denecek kadar az"
KLİMİK Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz da enfeksiyonun insanlara enfekte hayvanlardan, direkt veya endirekt yolla bulaştığını vurguladı.
Bulaşma kaynaklarına göre enfeksiyonun endüstriyel, tarımsal, laboratuvar veya biyolojik silah kaynaklı olabildiğini anlatan Yavuz, "Ülkemizde görülen şarbon olguları genellikle tarımsal kökenlidir. Tarımsal şarbonda mikroorganizma, enfekte hayvanlarla direkt temas yoluyla insana bulaşır ve deri şarbonuna neden olur" dedi.
Prof. Dr. Yavuz, "Şarbon insan ve hayvanlarda bilinen en eski hastalıklardan biridir. Şarbon esas olarak ot yiyen hayvanların hastalığıdır. İnsanlara enfekte hayvanlardan bulaşan bir zoonozdur. Dünya tarihinde şarbon hiçbir zaman, veba, kolera, çiçek veya pandemik grip gibi kitlesel insan ölümlerine yol açmamıştır" diye konuştu.
Şarbonun insan vücuduna deriden, sindirim sistemi ve solunum yollarından girebildiğini dile getiren Yavuz, hastalığın insanlar arasında bulaşma riskinin ise yok denecek kadar düşük olduğunu, laboratuvardan bulaşmanın da nadir görüldüğünü anlattı.
"Antibiyotiklerle tedavi edilebilir"
Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, en çok risk altında olanların hayvancılıkla uğraşanlar, kasap ve veteriner hekimler, hayvansal ürün hazırlanmasında çalışanlar olduğunu belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Deri şarbonu, ölen ya da hasta hayvanların kesilmesi, derisinin yüzülmesi, etlerinin ayrıştırılması sırasında şarbon sporlarının deriye bulaşmasıyla gelişir. Hastalığın en sık görülen şekli olup olguların yüzde 95'ini oluşturur. Ülkemizde de en yaygın olarak görülen deri şarbonudur, halk arasında kara kabarcık veya çoban çıbanı diye de bilinir. Şarbon sporlarının kesik, kaşıma veya sinek ısırması gibi küçük travmalarla deriye girmesini, yaklaşık 1-7 gün arası bir kuluçka süresinden sonra giriş yerinde kaşınma ve yanma ile ortaya çıkan ilk klinik bulgular izler. Deri şarbonlu olgularda, antibiyotiklerin olmadığı dönemlerde yüzde 20'ye varan ölüm oranları bildirilmekle birlikte, günümüzde etkili antibiyotik tedavisiyle ölüm oranı yüzde 2'nin altındadır."
Sindirim sisteminde oluşan hastalığın tüm şarbon olgularının yüzde 1'den azını, akciğer şarbonunun ise tüm şarbon olgularının yüzde 5'ten azını oluşturduğunu ancak uygun antibiyotik ve destek tedavilerine rağmen ölüm oranlarının daha yüksek olduğunu söyleyen Yavuz, şarbonun antibiyotiklerle tedavi edilebildiğini belirtti.
Kaynak:AA