Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Üsküdar Kitap Fuarı'nın Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezindeki açılış töreninin ardından söyleşide gençlerle bir araya gelerek, "Barbar, Modern, Medeni" kitabını anlattı.
"Medeniyet" kelimesinin nispeten yeni bir kelime olduğunu, şehirlilik, göçebe hayattan yerleşik hayata geçme anlamına geldiğini aktaran Kalın, "Şehirli olmak niye önemli? Çünkü göçebe hayatın geçişken, temel ihtiyaçları gidermeyi hedefleyen yaklaşımının dışında şehir hayatı artı değer üretebileceğiniz bir toplumsal var olma biçimini ifade eder. Nedir o? Sanattır, düşüncedir, iktisattır, kültürdür, estetiktir ve diğer alanlardır" diye konuştu.
İbrahim Kalın, bütün büyük medeniyetlerin aynı zamanda büyük şehirler ürettiklerini belirterek, şöyle konuştu:
"Büyük şehri olmayan bir medeniyet yoktur. İslam medeniyetinin birçok şehri vardır. Semerkant, Buhara, Endülüs, Kurtuba, İstanbul, İskenderiye ve Saraybosna'ya kadar aklınıza gelebilecek dünyanın en önde gelen şehirleri hep İslam medeniyetinin ürettiği o büyük kültür ve medeniyet havzası içerisinde ortaya çıkmış şehirlerdir. Aslında 17 ve 18. yüzyıla kadar da dünyanın en çoğulcu, kozmopolit, farklı renkleri bünyesinde barındıran şehirleri de bunlardır. Yani İslam coğrafyasında ortaya çıkmış, şekillenmiş, zenginleşmiş bu şehirlerdir. Bu şehirlerin dünya medeniyetine katkılar yaptığı dönemlerde Avrupa'nın başkentlerine baktığınızda buralarda hayatın çok daha monoton, tek tip olduğunu görürsünüz. Gerçek manada çoğulcu şehirler İslam coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Bu tabii İslam toplumlarının medeniyet tecrübesini de çok zenginleştirmiş onlara yeni boyutlar kazandırmıştır tarihi süreç içerisinde."
İbn-i Haldun'un "Bir topluluk asabiyyesi sayesinde hadari olur" sözünü hatırlatan Kalın, toplulukların grup dayanışması sayesinde yerleşik hayata geçtiğini, bir süre sonra şehir hayatının ve zenginleşmenin getirdiği yan etkilerle dayanışma ruhunu kaybederek, değerlerini unuttuğunu, çöküş süreci ve dejenerasyon başladıktan sonra da dayanışma ruhu daha güçlü olan bir topluluk tarafından alt edildiğini, kültürlerini, şehirlerini ve medeniyetlerini kaydettiklerini anlattı.
"Avrupalılar medeniyeti sömürgeciliği meşrulaştırmak için kullandı"
Medeniyet kelimesinin 150 yıldır gündemde olmasına rağmen çok fazla hırpalandığını, tüketildiğini ve manipüle edildiğini ifade eden Kalın, şöyle devam etti:
"Batı düşüncesi, medeniyetle ilgili söyleyecek sözünü hızla tüketiyor. İslam dünyası ise söyleyecek sözünü arıyor. O yüzden de yeniden tamire ve inşaya ihtiyaç duyan bir kavram. Özellikle 19. yüzyılda Avrupalılar tarafından kelimenin sömürgeciliği meşrulaştırmak için etkili bir araç olarak kullanıldığını görüyoruz. Avrupalılar gittikleri yerlere Afrika'ya, İslam dünyasına, Orta Doğu'ya, Asya'ya 'biz medeniyet götürüyoruz, onları medenileştirmek için buralardayız' diye gerekçeler üreterek, gitmişlerdi. Bu sömürgeciliği meşrulaştırmak ve buna kavramsal bir çerçeve inşa edebilmek için Batılıların gözünde Doğu'nun olduğundan çok daha mistik, geri ve hurafelerle örülmüş bir dünya olarak tasvir edilmesi gerekiyordu. Yunan mitolojisi söz konusu olduğunda bunu muazzam bir kültür sanat düşünce mirası olarak okuyan aynı Batılılar, Hint mitolojisi söz konusu olduğunda bunu insanlığın çocukluk çağına ait bir takım metafizik saçmalıklar olarak tasnif etmekten çekinmemişlerdir. İslam dünyasına baktığımızda İslam ülkelerinin de yine olduğundan daha geri, mistik, irrasyonel gösterilmek istendiği bu çalışmalarda görüyoruz."
"Varlık anlayışımızı doğru bir çerçeveye oturtmamız gerekiyor"
Kitabında medeniyetten çok "medenilik" üzerinde durmaya çalıştığını ifade eden Kalın, "Medeniyet dediğimizde aklımıza genellikle büyük sanat eserleri, şehirler geliyor. İslam medeniyeti deyince Sultanahmet, Süleymaniye, Taç Mahal, Endülüs geliyor ama bunlar aslında o eserleri besleyen bakış açısının birer tezahürü. O bakış açısının özünde ne var diye sormamız gerekiyor" ifadelerini kullandı.
Kitapta estetik meselesine de girdiğini fakat "estetik" kelimesini kullanmaktan kaçındığını dile getiren Kalın, sözlerini, "İslam düşünce geleneğinde estetik diye ifade ettiğimiz alan 'İlmü'l cemal' yani güzellik ilmi olarak tarif edilmiş. Cemal, Cenabı Hakk'ın isimlerinden birisidir. O yüzden güzelliğin bizim tecrübemizden, hissettiklerimizden bağımsız olarak, ontolojik bir hakikati vardır. Dünyada güzellik diye gördüğümüz her şey Cemal isminin birer tecellisinde ibarettir. Dolayısıyla biz onu takdir etsek de etmesek de o güzellik müstakil bir şekilde var olmaya devam eder. Özne olarak bize düşen o güzelliğin tecelligahını bulup, onu takdir etmektir" diye tamamladı.
Kaynak: AA