Konuklardan Gazi Albay Davut Ala, 66. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığında 15 Temmuz'da yaşadıklarını anlattı.
Ala, tugay komutanlığının 3 ayrı kışladan oluştuğunu, darbe girişiminden bir hafta önce, görevlendirildiği Kartaltepe Kışlasında, güne garip olaylarla başladığını söyledi.
Normal şartlarda tugay komutanı olmadan telsiz çevriminin alınmadığını, Tugay Komutanı Mehmet Nail Yiğit'in izinli olmasına rağmen telsiz çevriminin istendiğini ifade eden Ala, sonrasında ise bakım günü olmasına rağmen, kışla komutan yardımcısı tarafından atış talimi yapılması yönünde emir geldiğini söyledi.
Anlam veremediği birçok olay ile karşı karşıya kaldığını vurgulayan Ala, "Yaşananlara daha anlam verebilmiş değilken bağlı bulunduğum kolordu komutanlığından, hemen hemen İstanbul'un her yerinde eylem ikazı mesajı geldi. Anlamlandıramadığım olaylar üst üste geliyordu ama telefonla aradığım ne kışla komutanı ne de yardımcısına ulaşabiliyordum." dedi.
Garip olaylar sarmalına "bir silahın kaybolduğu" ve hiçbir personelin kıtadan ayrılmaması yönünde talimatın eklendiğini kaydeden Ala, ancak silahın bulunması yönünde herhangi bir faaliyetin de olmadığını söyledi. Ala, akşam saatlerinde ise kayıp silahın bulunduğu haberini bir başka kıtanın komutanından öğrendiğini, bunun üzerine nöbetçi subaylar dışında diğer rütbelilerin evlerine gidebileceğinin belirtildiğini dile getirdi.
Yunanistan'a kaçırılan helikopter
Lojmana giderken GATA'daki bir hastanın başına refakatçi olarak gönderdikleri bir astsubayın kendisinin aradığını ve kışlaya gidemediğini söylediğini aktaran Ala, şunları kaydetti:
"Bu astsubay arkadaşımız, Kuleli Askeri Lisesinden bir komutanın köprü girişinde yolunu kestiğini, darbe olduğunu söylediğini belirtmesi üzerine tebessüm ettim. Bu astsubay arkadaşımızı GATA'nın psikiyatri bölümüne göndermiştim. Bu arkadaşın söylemleri komik gelmişti. Baktım diretiyor, 'Tamam' dedim ve yolda birtakım askeri araçlar gördüm. Evde televizyonu açtığımda karşımda benim görev yaptığım birliğe yani tugaya ait zırhlı araçların bu eyleme katıldığını gördüm. Darbeye katılmayan tek kışla ise benim emir ve komuta ettiğim kışladır."
Şehit olan Kurmay Albay Sait Aktürk ile bir araya geldiklerini, sivil halde kışlaya gitmek üzere lojmandan çıktıklarını ifade eden Ala, "Kışlaya girerken piste 4 helikopterin indiğini gördüm. Bunlardan birisi de Yunanistan'a kaçırılan helikopterdir. Hemen bir durum değerlendirmesi yaptık ve çeşitli stratejiler belirledik. Bunları durdurmak için harekete geçtiğimizde futbol sahasına bir helikopterin daha indiğini gördüm. O helikopterin CNN ve Kanal D'yi basanları ve olaylar sırasında yaralanan askerleri taşıdığını öğrendim." diye konuştu.
"Siz göreceksiniz 2 sene sonra sizi yargılayacağız, asacağız" tehditleri
Yaralı subaylardan birinin tugayın istihbarat subayı, diğerinin ise akademiden bir kurmay subay olduğunu anlatan Ala, şöyle devam etti:
"Bunlara tepki gösterirken bana 'Siz göreceksiniz 2 sene sonra sizi yargılayacağız, asacağız' dediler. Bunları enterne edip bir uzman çavuşa teslim ettim. Tugay komutanı karargahında iken asker üniformalı ama hiçbir şekilde askere benzemeyen 2 kişi gördüm. 'Teslim ol' diye bağırdığımda bana ateş etmeye başladılar. Bacağımdan yaralandım. Ben onların Türk subayı değil, başka milletten insanlar olduğunu düşünüyorum. Sait Albay'ın düştüğünü görünce bağırdım o esnada başka bir polis memuru arkadaş da sırtından vuruldu. Bu kadar hain olabileceklerini tahmin bile edemezdim. O yaralı polis memurunu kurtarmak isterken parmağımı kaybettim, parmağım avucumdayken darbecilerin kaçacağını düşünerek helikopterin bulunduğu alana giderken karaciğerimden vuruldum. Bu insanlarla kader birliği yapmıştık, ekmeğimizi bölüşmüştük. O gece bunların yerine bir Rum ordusunu getirip koysaydık, Rum askeri bile halka o eziyeti etmezdi."
Ala, askeriyede en fazla kurmay olan devrenin 1994 yılı mezunlarının olduğunu, özellikle darbe girişiminde de en çok bu devre subaylarının kullanıldığını, söz konusu kurmayların, darbe girişimi olmasaydı tuğgeneralliğe yükseleceklerini ifade etti.
"Hastanede müthiş bir baskıya maruz kaldık"
Gazi Albay Mahmut Pınarbaşı da İstanbul 3. Kolordu Komutanlığında görev yaptığını, 15 Temmuz'da, gün içinde diğer birliklere de yapılan eylem ikazı mesajının kendisine de geldiğini söyledi.
Akşam saatlerindeki hareketlilik nedeniyle çeşitli görüşmeler yaptığını ve 3. Kolordu Komutanlığındaki tüm birliklerin dışarıya çıktığını öğrendiğini anlatan Pınarbaşı, "Olay akşamı Ümraniye'deydim ama görev yerim Ayazağa'daydı. Denetleme üyesi olduğum için emir vereceğim bir askeri personelim de yoktu. Yaşanan hareketlilik nedeniyle görev yerime ulaşamıyordum. Bulunduğum yerden beraberimdeki bazı yakınlarımla gece saat 02.00 gibi köprüye ulaştım. Bunları durdurmak için çeşitli hamleler yaptım. Darbecilerle aramda 100-150 metre mesafe vardı. Makineli tüfekle yapılan ateş sırasında her iki bacağımdan yaralandım." dedi.
Çevredekiler tarafından hastaneye kaldırıldığını belirten Pınarbaşı, şunları kaydetti:
"Hastanede müthiş bir baskıya maruz kaldık. Beni ameliyat masasından kaldırarak Üsküdar İlçe Emniyet Müdürlüğüne götürdüler. Vatan Caddesi'nde 3 gün gözaltında tutuldum. FETÖ bazı insanlar üzerinden kendisini mağdur gösteriyor ve kendini aklama peşine gidiyor. Bu konuda çok dikkatli olmak lazım. Tabii bazı şeyleri yıllar sonra fark ettik. 1994 yılı devreleri 200'ün üzerinde kurmay çıkardı. Bu darbenin omurgasını 94 yılı mezunu subaylar oluşturmaktadır. 1999 yılı sonrasında yapılan erken terfiler, yükselmelere baktığınızda birçoğu Güneydoğu'yu görmemiş."
"30 kadar kişi, kuşlar gibi vurulduk"
Darbe girişimi gecesi eşi Rıfat Özer ile Jandarma Genel Komutanlığı önünde çeşitli yerlerinden yaralanan Mine Özer, vatandaşların müdahalesinin "kahramanlık" olarak değerlendirilmesini doğru bulmadığını söyledi.
Bunun, her Türk vatandaşının bir görevi olduğunu belirten Özer, çocuklarının özgür bir ülkede yaşayabilmeleri için eşiyle birlikte yollara düştüğünü dile getirdi.
Jandarma Genel Komutanlığı önüne geldiklerinde bir tankla karşılaştıklarını ve tankı kullanan askerle göz göze geldiğini ifade eden Özer, "(Ben senin teyzenim, anneannenim, bana ateş edemezsin.) diye bağırıyordum. O sırada 'Lan asker, vur bu şerefsizleri' diye bir ses geldi. Helikopterden ateş ediliyordu. Şarapnel parçalarının vücudumuza isabet etmesi sonucu birçok yerimizden yaralandık. Eşim polisi, ambulansı aradı ama hiçbirinden haber alamadık. 30 kadar kişi kuşlar gibi vurulduk. 12 kişiyi bir halı yıkama aracına bindirdiler. 12 kişi kanımız birbirine karışa karışa Turgut Özal Hastanesine götürüldük, bizi almadılar. 'Kim sizi sokağa döktüyse gidin onlar ilgilensin' dediler." ifadelerini kullandı.
Midesinde 3 mermi deliği olduğunun söylendiğini anlatan Özer, "Vurulduğumuz saat 01.00 civarıydı. Sabah uyandığımda 'Vatanıma ne oldu?' sorusunu sormaya çekiniyordum. Hemşireye ne olduğunu sorduğumda 'Bizimkiler direniyor' dedi. Daha sonra 'Bizimkiler kim?' diye sorduğumda ise 'halk' cevabını verince rahatladım. Vatanı olmayanın hiçbir şeyi olmuyor, bunun idrakı ile oraya gittik. 80 milyon insana bir kötülük yaptıysanız bunun karşılığını ödemek zorundasınız. Ordumuz aleyhinde konuşmaya cüret edemem ama onların içinde de hainlerin olduğunu gördük. Bu sıkıntıları yaşamış olmama rağmen ülkem için sokağa çıkmakta hiçbir sakınca görmedim. Kahraman dediğinizde rahatsızlık duyuyorum. Ben yapmam gerekeni yaptım." değerlendirmesinde bulundu. AA