Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Galip Mendi, Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı savcılarınca, mağdur sıfatıyla alınan ifadesinde, 15 Temmuz günü, daha önce beraber çalıştığı bir tümgeneralin kızının düğünü için Ankara Gazi Orduevi'nde bulunduğunu söyledi.
Orgeneral Mendi, saat 21.00'den sonra emir astsubayının yanına geldiğini, Genelkurmay nizamiyesi giriş kapısında silah seslerinin duyulduğunu ve bir çatışma olduğunu söylediğini aktardı.
Konuyu netleştirmek için düğün salonu dışına çıktığını, Jandarma Genel Komutanlığı Harekat Merkezini aradığını ifade eden Mendi, yaşananları şöyle anlattı:
"Telefonlar kesikti. Genelkurmayı da aradım, orada da telefonlar kesikti. Cevap alamayınca Jandarma Genel Komutanlığı Harekat Başkanı Tümgeneral Arif Çetin'i telefonla aradım, durumu sordum. Arif Çetin bana, 'Komutanım, ben de ulaşamıyorum. Siber saldırı olabilir' dedi. Ben de 'Komutanlık karargahına hemen git, durumu açıklığa kavuştur ve bana bilgi ver' dedim. Bir ara ben emir subayım Piyade Yarbay Murat Yılmaz'ın koşarak yanıma geldiğini gördüm. Sivil giysiliydi. Düğüne emir subayımla değil, emir astsubayımla geldiğim için emir subayımın sivil elbise ile yanıma koşarak geldiğini görünce çok şaşırdım. Bana, Genelkurmay 2. Başkanı'nın beni Genelkurmay Karargahında beklediğini söyledi. Eşime, onu eve bırakıp Genelkurmaya geçeceğimi söyledim. Emir subayım eşime ayrı bir araba getirdi, 'Onu araba ile evine göndeririz, siz hemen arabanıza binin beraber Genelkurmaya gidiceğiz' dedi. Ben düğüne geldiğim arabama bindikten sonra birden aracın sol arka kapısı açıldı. Konya Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Timurcan Ermiş arabaya bindi. Üzerinde eğitim elbisesi ve tabanca vardı."
"Konya'dan niye buraya geldin"
Orgeneral Mendi, Tuğgeneral Ermiş'e "Benden habersiz Konya'dan niye buraya geldin?" diye sorduğunu, bu arada aracın hareket ettiğini, Ermiş'in de kendisine, "Burada ben size bir şey söylemeyeceğim. Akıncılar Kışlasında size tebliğ edilecek." diye cevap verdiğini söyledi.
Aracın ön tarafında emir subayı Yarbay Murat Yılmaz'ın bulunduğunu, şoförün er olduğunu aktaran Mendi, şunları kaydetti:
"Arabanın hızla Akıncılar Kışlasına gideceğini öğrenince ben hem Murat Yılmaz'a hem de Timurcan Ermiş'e 'Hani bu araba Genelkurmay Başkanlığına gidecekti' diye bağırdım. Ermiş, bana tekrar 'Akıncılar Kışlasında size iletilecek.' dedi. Ben işin içinde başka bir iş olduğunu anladım ve bağırarak kendilerine 'Siz eşkiya mısınız, çete misiniz?' dedim. Bunun üzerine Ermiş bana 'Sizi de aramızda görmek istiyoruz.' dedi. Ben buna şiddetle karşı cevap verdim ve 'Ben sizin adamların yanında niye olayım? Allah hepinizin belasını versin.' dedim. Bunun üzerine Timurcan Ermiş birden belindeki tabancasını çıkartıp bana doğrulttu. Ben, 'Siz de çetenin içindeymişsiniz', aracın önündeki emir subayım Murat Yılmaz'a 'Sen 8 yıldan beri benimle çalışıyorsun. Sen de çetenin içindeymişsin. Yazıklar olsun sana' dedim. Timurcan Ermiş, Akıncılar Kışlasına gidinceye kadar silahı doğrultulmuş şekilde durdu. Bu esnada ben, 'Siz çetesiniz, Allah belanızı versin. Vuracaksan şimdi vur' diye sürekli bağırarak söylenmeye devam ettim. Bir ara Timurcan Ermiş'i Konya'dan getiren minibüs bizim taksinin önüne geçti. Akıncılar Kışlasının kapısına kadar bu şekilde geldik."
"Koruma ekibim bizi takip etti"
Akıncılar Kışlasının kapısında, 25-30 kişilik teğmen ya da üsteğmen rütbesinde, tulum şeklinde pilot kıyafetli ve ellerinde açıkta tabancalar bulunan askerlerin kendisini karşıladığını anlatan Mendi, bu kişilerin aracın etrafını üçerli, beşerli şekilde çevirdiklerini söyledi.
Bu arada, düğün salonundan Akıncılar'a kadar arkadan başka bir araçla koruma ekibinin kendilerini takip ettiğini anlatan Mendi, şu ifadeleri verdi:
"Akıncılar Kışlasına gelip durduğumuzda arkamızdan gelen koruma ekibimden Jandarma Astsubay Halil Gözalıcı hemen bizim arabanın şoför mahallindeki eri, arkadaki koruma arabasına gönderdi. Kendisi de bizim aracın şoför mahalline oturdu. Bu esnada Timurcan Ermiş arabadan indi. Önümüzden giden minibüse gidip kapısı açık olan minibüsten içeride oturan birisiyle konuştu ancak kiminle konuştuğunu görmedim. Fakat içerideki bu kişi darbeyi organize eden kişilerden biri olabilir. Daha sonra arabanın etrafını çevreleyen pilotlardan birkaç kişiyle konuştu. Ancak ne konuştuklarını duymadım. Duymam da imkansızdı. Arabadan beni indirmeden demir kapılı olan bir yere arabayla girdik. Sağa dönüp bir yere doğru hareket etmeye başladık. Karanlıkta tek tük ağaç olan bir yerde durduk. Beni araçtan indirdiler. Başlangıçta ışık olan daha sonra dehliz gibi bir yolu olan bir odaya soktular. Bina müstakil binaydı ancak binada hiç cam yoktu. Düz duvardı. Binanın içinde 'sorgu merkezi' yazan bir tabela gördüm. Aralarında yaklaşık 1 metre olan yan yana 2 sandalye vardı."
Burada yanında tulumlu, pilot kıyafetli bir üsteğmen ile iki teğmen bulunduğuna, zaman zaman dışarı çıktıklarına işaret eden Orgeneral Mendi, şöyle devam etti:
"Ancak her zaman mutlaka bir veya ikisi duruyordu. Kısa bir süre geçtikten sonra birden ayak sesleri duydum. Çok kişinin yürüdüğünü anladım. Birden bir tanesi, yüzbaşı olan, diğer teğmen ya da üsteğmen olan 6-7 kişilik bir grup içeri girdi. Bunların başındakinin yüzbaşı olduğunu anladım. Yüzlerini görsem tanırım. Yüzbaşı şu anda hatırlayamadığım, kurdukları teşkilatın adını söyleyerek, 'O kuruluşun adına sizi tutukluyorum.' dedi. Ben buna şiddetle karşı çıktım. Kendisine 'Seni PKK'dan, IŞİD'den korumak için mücadele ediyorum, 46 yıllık subayım. Sen beni tutuklayacağını hangi yetkiye dayanarak söylüyorsun.' diye şiddetle çıkıştım. Bunun üzerine yanda duranlar iki koluma bu plastik kelepçeyi taktılar. İnanılmaz kin ve nefretle kolumu, yani bileklerimi sıktı. Bu esnada ben, 'Yunanlılara esir olsaydım, bu muameleyi görmezdim.' dedim. Daha sonra yan tarafta duran iki kişi ile beraber yüzbaşı da ayaklarımı birleştirip ayaklarımı da kelepçelediler. Ben yine aynı şekilde tepki verdim. Daha sonra kafama gözlerimi de kapatacak şekilde siyah bir kukuletaya (siyah bere) benzer bir şey geçirdiler. Ben, bu bereyi ellerimle çıkarmak istedim. Ellerimi indirdiler, ağzıma da bir bant yapıştırdılar."
Bu ekibin gittiğini, iki teğmen ve üsteğmenin burada kalmaya devam ettiğini, bereyi kafasından tekrar çıkardığını ve yüzünü açtığını anlatan Mendi, "Bunlardan önce ellerimi çok sıktıklarını söyleyince kelepçeyi hafif gevşetmişlerdi. Benim hareketlerim nedeniyle bu sefer önden olacak şekilde bağlanan ellerimi arkadan plastik kelepçe ile tekrar kelepçelediler." dedi.
Yaklaşık 30 dakika sonra yeniden ayak sesleri duymaya başladığını bildiren Mendi, birisini yanındaki sandalyeye oturttuklarını hissettiğini ve "kendisi gibi, arkadaşlardan birisini derdest edip getirdiklerini tahmin ettiğini" söyledi.
Yanına getirdikleri kişinin diğerlerine, "Benim gözlüklerim vardı, sizde mi?" diye sorduğunu, onların da "Evet" yanıtı verdiğini belirten Mendi, sesinden bu kişinin Kara Kuvvetleri Eğitim Doktrin Komutanı Orgeneral Kamil Başoğlu olduğunu anladığını ifade etti. Galip Mendi, ifadesinde şunları kaydetti:
"Kendisine, 'Kamil, sen misin evladım?' diye söyledim. Kamil, 'Evet komutanım, benim' diye cevap verdi. Onun da ağzında bant vardı. Ancak bantlar dille ıslanınca yapışkanları çözülüyordu, bant açılıyordu. Ben kendisiyle aralıklı, zaman zaman konuşmaya başladım. Ona, 'Sana nasıl geldiler' diye sordum. Kendisinin evden üstü başı giyinik olmayacak şekilde, şort ve atletle olduğu halde alındığını, eşinin gözünün önünde kafasına bere geçirerek, ambulansa getirdiklerini ifade etti. Sabaha kadar bu şekilde sandalyede oturarak konuştuk. Biz bu şekilde konuşurken başımızda duran üsteğmen bize pek müdahalede bulunmadı. Biz, Kamil ile beraber başımızda duran üsteğmene evli olup olmadığını sorduk. Evli olduğunu söyleyince nasihatlarda bulunmaya çalıştık. Bu işin sonu olmayacağını ve derhal vazgeçmeleri gerektiğini kendisine söyledik. Benim ve Kamil'in tuvalet ihtiyacı olmuştu. Önce Kamil tuvalete gitmişti, daha sonra ben gittim. Tuvalet 50-60 metre uzaktaydı. Üsteğmen nasihatta bulunduğumuzdan etkilenmiş olacak ki döndüğümüzde arkada olan kelepçeleri önden bağladılar çünkü biz arkadan bağlanmanın çok rahatsız edici olduğunu söylemiştik. Bundan dolayı ellerimizi önden bağladılar ancak ayaklarımızı aynı şekilde tekrar bağladılar. Kamil ile sandalyede oturmaktan kafamız sağa sola kayıyor, 'En azından bir masa getirin' diye Kamil söyledi. Bunun üzerine yere, tahminime göre bir pilot montu koymuşlar, bir de bezlerden yastık yapmışlar, buraya bizi yatırdılar. Bu esnada ayaklarımızı çözdüler. Bu şekilde sabahı ettik."