Asıl adı "Zümrezade Ahmet Şakir" olan Şakir Zümre, 1885'te Bulgaristan'ın Varna şehrinde doğdu. Cenevre'de lise, 1908'de yine aynı şehirde hukuk eğitimini tamamladı.
Bulgaristan'a dönerek önce Balçık'ta bir süre avukatlık yapan Zümre, daha sonra Bulgaristan-Romanya sınırında, içinde savunma sanayisinde kullanılan ham maddelerin de bulunduğu ürünlerin ticaretine başladı. Bu süreçte savunma sanayisine ilgisi artan Zümre, bu alanda ham madde tedarikçiliğine yöneldi.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Bulgar Parlamentosu'nda Varna'dan Türk milletvekili olarak görev alan Zümre, akrabası Mareşal Fevzi Çakmak aracılığıyla o dönem Sofya'da askeri ataşe olan Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal ile tanışarak dost oldu.
Zümre, Bulgaristan'da Türk azınlığının etkili olduğu çeşitli vilayetlerdeki silah ve mühimmat atölyelerine finans, iş gücü ve lojistik gibi konularda destek sağladı. Bu atölyelerde üretilen modern silah ve mühimmatlar İstiklal Savaşı'nda kullanıldı. Şakir Zümre'ye bu katkılarından dolayı İstiklal Madalyası verildi.
Yerli ve milli mühimmatları yurt dışına ihraç etti
Kurtuluş Savaşı'nın zaferle sonuçlanmasının ardından Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün daveti üzerine 1923'te İstanbul'a yerleşen Şakir Zümre, 1925'te Haliç kıyısındaki Karaağaç mevkisinde "Zümrezade Ahmet Şakir ve Ortakları" unvanı, "Türk Sanayii Harbiye ve Madeniye Fabrikası" adıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk özel askeri fabrikasını kurarak, Türkiye'nin silah ve mühimmat ihtiyacının büyük ölçüde karşılanmasını sağladı.
Hava kuvvetlerinin kullandığı ilk bombaların yanı sıra fişekten mayınlara, ateşli silahlardan el bombasına kadar birçok mühimmat ile denizaltı bombaları bu fabrikada üretildi, Yunanistan, Bulgaristan, Polonya ve Mısır'a da ihraç edildi.
Zümre'nin, Türkiye'nin NATO'ya girmesinin ardından yurt dışından daha modern ve kaliteli silahların gelmesi, savunma sanayisine ayrılan bütçenin buna harcanması ve fabrikaya gelen sipariş talebinin azalması üzerine üretimi bırakarak soba imalatına başladığı belirtiliyor.
Dedesinin İstiklal Madalyası'nı taşımaktan gurur duyuyor
Yerli ve milli silah üretiminin öncüsü Zümre'nin torunu olan 83 yaşındaki Ahmet Hüsnü Humbaracıbaşı , dedesini ve Türk savunma sanayisindeki başarısını değerlendirdi.
Humbaracıbaşı, Bulgaristan'ın ileri gelen ailelerinden birine mensup dedesinin, saygınlığı ve yüksek eğitimi dolayısıyla da Bulgar Parlamentosu'nda Türkleri temsil eden 15 mebustan biri olduğunu vurguladı.
Humbaracıbaşı, dedesinin Gazi Mustafa Kemal Atatürk'le tanışma hikayesini "Mustafa Kemal Bey, Bulgaristan'a ataşe olarak gideceği zaman, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği'ne vedaya gittiği sırada Mareşal (Fevzi Çakmak) 'Orada bir akrabam var, Şakir Zümre. Sana bazı hususlarda yardımcı olabilir.' demiş. Orada bir kafede tanışıyorlar ve arkadaşlıklarını epey ileri bir safhaya götürüyorlar. Çok beraber olmuşlar." sözleriyle anlattı.
İstiklal Harbi esnasında Bulgaristan'daki atölyelerden Osmanlı ordusuna cephane desteği sağlanmasında aracı olan dedesine İstiklal Madalyası verildiğini aktaran Humbaracıbaşı, "O İstiklal Madalyası'nı şu dakika itibarıyla ben taşıyorum. Bu bana gurur ve onur hissettiriyor." dedi.
Humbaracıbaşı, Zümre'nin Türkiye'ye göçmen olarak değil, Atatürk'ün isteği üzerine geldikten sonra İstanbul'daki Osmanlı'nın tapa fabrikasının kendisine tahsis edildiğini söyledi.
Dedesinin ürettiği mühimmatların yurt dışında da satıldığına dikkati çeken, "İkinci Dünya Savaşı'nda Nuri Demirağ'ın yaptığı uçaklar ki bugünkü Beşiktaş'ta büyük hangarlar vardı. O hangarlar Nuri Demirağ'dan sonra tütün deposu olarak kullanıldı. Orada uçaklar yapılıyordu. Bu uçakların da 'know-how'ı Almanya'dan gelmişti, Junckers'ten. İkinci Dünya Savaşı başladığında Şakir Zümre'nin yapmış olduğu bombalar ve Nuri Demirağ'ın yapmış olduğu o uçaklar Almanlar'a karşı kullanıldı." diye konuştu.
Çocukken dedesiyle tayyare bombalarının denemesini yaptı
Ahmet Hüsnü Humbaracıbaşı, fabrikanın 2 bin çalışanı bulunduğunu, 40'ının kadın işçi olduğunu, bunların laboratuvarın yanı sıra planya ve tornada çalıştığını söyledi.
Şakir Zümre'nin tek torunu olduğunu, 7-8 yaşlarındayken dedesinin yaptığı işin farkına vardığını dile getiren Humbaracıbaşı, şöyle devam etti:
"Bu fabrikadan hiç çıkmazdım. Bizim bir de gemimiz vardı. O gemi Karabük'ten ve Zonguldak'tan bazen kok kömür, bazen de çelik getirirdi. İşte o cephane imalatları yapılırdı. Benim de uçma merakım da buradan gelir. Tayyare bombalarının denemesi yapılırdı. 'Küçük patron sen de gel' derlerdi bana. Ben de giderdim, uçaklardan bomba atılırken uçardım. Junkers uçakları gelmişti İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra. Ondan evvel de Türkiye'nin yerli uçakları vardı."
Humbaracıbaşı, uçma merakının yakın zamana kadar devam ettiğini, Şakir Zümre adını verdiği küçük oğluyla 2 yıl önceye kadar beraber uçmaya gittiklerini dile getirdi.
Anneannesi 1947'de vefat ettikten sonra dedesinin Nişantaşı'ndaki evinden fabrikanın arkasında bulunan köşke taşındığını anlatan Humbaracıbaşı, "Şakir Zümre köşke taşındığı zaman 10-11 yaşındayken beni yanına aldı. Bana okula gideyim geleyim diye bir tane Desoto marka araba aldılar. O zaman Hasköy'e gidiyorum. Bir de şoför tuttular. Sahilde iskelemiz vardı. O iskeleden botla cuma günleri mutlak surette Eyüp Sultan'a namaza giderdik" dedi.
Türkiye NATO'ya girince fabrikada imalat durdu
Şakir Zümre'nin torunu Humbaracıbaşı, fabrikanın 1952-1953 yıllarında mühimmat imalatını bırakıp soba üretmeye başladığını anlatarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Onun nedeni, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye NATO'ya girdi. Burada 2 tane Marshall Yardımı olayı vardı. Amerikalılar İkinci Dünya Savaşı'nda ellerinde kalan çok yüksek miktarda malzemeyi NATO'ya yeni giren ülkelere dağıtmaya başladı. O ülkelerden bir tanesi de Türkiye. Dediler ki 'Yerli imalata lüzum yok. Amerikalılar bunu bedava veriyorlar.' Bedava olan bir şey daha kıymetli. Ve Türkiye'de cephane imalatı durdu. O güne kadar burada sadece tayyare bombaları yapılmadı, havan topları, denizaltı imha topları yapıldı. Yavuz Zırhlısı'nın toplarının bütün mermileri de kalibresine göre bu fabrikada imal edildi."
Daha sonra fabrikada sobanın yanı sıra zirai aletler de üretildiğini kaydeden Humbaracıbaşı, Şakir Zümre'nin üretim değişikliğine gidilmesine üzüldüğünü ve demoralize olduğunu ifade etti.
Humbaracıbaş, dedesi 1966'da vefat ettiğinde 27 yaşında ve ikinci üniversitenin son sınıfında olduğunu aktararak, "Şakir Zümre benim hayatımda çok yeri olan bir insandı. Bundan çok gurur duyuyorum." dedi.
Haliç düzenlemesi çerçevesinde fabrikanın artık burada olmayacağının söylendiğini ancak o tarihlerde fabrikada M48 tanklarının modernizasyonuyla ilgili bir çalışma yapıldığı için bir süre müsaade alındığını anlatan Humbaracıbaşı, bu proje hayata geçmeyince fabrikanın 1970'te kapandığını söyledi.
"Şakir Zümre'nin başarısında Gazi Mustafa Kemal'in etkisi büyük"
Türkiye'de savunma sanayi alanında yaşanan gelişmelere de değinen Humbaracıbaşı, "Tek kelimeyle muhteşem. Hele Bayraktarların, Selçuk Bayraktar'ın yapmış olduğu SİHA'lar... İşte buyurun Ermenistan'ı, Rusya'yı... Dört günde gireceklerdi, bugün 33'üncü gün hala Kiev'e girmediler. Ukrayna'nın satın aldığı 48 tane uçak Rusları durdurdu. Bu ne demek? Muhteşem bir şey demek. Allah onlardan razı olsun. Benim söyleyeceğim söz budur" dedi.
Ahmet Hüsnü Humbaracıbaşı, dedesinin savunma sanayisinin öncüsü olmasına ilişkin ise şunları söyledi:
"Denize bir taş atmadan dalga yapamazsınız. Şakir Zümre bu taşı attı. Bunun arkasında Nuri Killigil geldi. Bunun arkasından Nuri Demirağ geldi. Nuri Demirağ da uçak fabrikasını kurdu. Bu ne demektir? İşte Türkiye'nin inkişafı demektir. İnsan öldürmek için imalat yapmadık, ülkeyi korumak için yaptık. Yani Şakir Zümre'nin ideali buydu. İnsan öldürmek değil onun maksadı, onun maksadı ülkeyi korumaktı. Tabii burada Gazi Mustafa Kemal'in çok büyük etkisi var. Çünkü Şakir Zümre'nin yapabilirliğini gördüğü için 'Türkiye'de bir yerli sanayiyi canlandıralım.' demiş. O yerli sanayi de Şakir Zümre tarafından ilk olarak yapıldı."