Osmanlı tarihine bakıldığında, devlet gücünün dünya ölçeğine yükseldiği zamanların, kara gücünün yanında deniz gücünün de en üst seviyeye yükseldiği dönemlere tesadüf ettiği görülür. Türklerin tarihi su taşımacılığı ve tekne inşası bakımından ele alındığında, Orta Asya’daki eski Türk devletlerine kadar uzanan bir “su macerası”nın var olduğu görülür. Nitekim Büyük Selçuklular ve Irak Selçukluları döneminde de denizcilik faaliyetlerine devam edildiği ortadadır. Ardından Anadolu kıyılarına gelen Türkler, Çaka Bey’in girişimleriyle bugünkü Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın itibarî anlamda temellerini atmış. Fakat deniz gücümüzün “kuvvet” şeklinde teşkilatlanarak Deniz Kuvvetleri’ne dönüşmesi 1949 tarihine tesadüf etmektedir.
Günümüze gelindiğinde, üzerindeki deniz kültürü ataletini atan Türkiye’nin gittikçe denizcilik bilincinin geliştiği görülüyor. O halde bu durum olumlu anlamda ne ifade ediyor? Artık kadırgalarla bir dünya gücü olunamayacağını anlayarak 1682 tarihinde kalyon teknolojisine geçen, fakat 19. yüzyıl zırhlı nesline geçtiğinde güçlü bir donanmayı besleyecek altyapıya sahip olamadığı için gücü gittikçe gerileyen, Abdülaziz devrinde kurduğu donanmayı doktrin değişikliğiyle kurban veren Türk bahriye kültüründe “mavi vatan” vurgusuyla denizciliğin ön plana çıkması ne ifade ediyor? Özetlediğimiz Türk denizcilik tarihinde kaçırılan birçok trenin yanında kaçırılmamış bir trene dikkat çekilmesini sağlıyor: Doğu Akdeniz ve Kıbrıs.
15 Nisan tarihinde Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi Deniz Hukuku ve Araştırma Merkezi, Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu, Mersin Deniz Ticaret Odası, Milli Savunma Üniversitesi Deniz Harp Enstitüsü ve Jandarma Sahil Güvenlik Akademisi (JSGA) işbirliği ile KKTC’nin başkenti Lefkoşa’da gerçekleştirilen “Mavi Vatan, Mavi Ekonomi” başlıklı bir panel düzenlendi. Konuşmacıların vurguladığı ortak husus, pek çok hususta tarihte kaçırdığımız fırsatların KKTC ve Doğu Akdeniz için henüz kaçırılmamış olduğuydu. Bu tek başına bir şey ifade etmiyor. Bu yüzden zamana ve zemine oturtarak devam edelim. Anavatan Türkiye ve Yavru Vatan Kıbrıs’ın bölgedeki varlığını pekiştiren çok önemli bir kurum var: Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı. Bölgede hem Türkiye hem de KKTC halkı için “azgın denizin ortasında sakin bir liman” temin ve tesis eden, 15 Temmuz sonrası badireler atlatan, fakat gönüllü neferlerinin bir yerine üç mesai yaparak gücünü artırdığı Türk Deniz Kuvvetleri, Türkiye’nin “büyük strateji” kapsamında da fikir üreten bir kurumu durumunda. Önümüzdeki 20-30 yılın “grand stratejisi” Deniz Kuvvetleri’nin çok büyük katkılarıyla şekillenecek.
“Mavi Vatan, Mavi Ekonomi” panelinde sivillerle birlikte Deniz Kuvvetleri personeli de yer aldı. Yapmış oldukları başarılı sunumlarda hem uluslararası ilişkiler ve güvenlik alanlarının teorik konularından bahsettiler, hem de pratik analizler yaptılar; Deniz Kuvvetleri’ni layıkıyla temsil ettiler. Deniz Kuvvetleri personelinin niteliğine duyulan güvenin sebebini gösterdiler. Türkiye’nin ve KKTC’nin müşterekliğine vurgu yapan denizciler ve JSGA personeli, bölgede TSK’nın ve Deniz Kuvvetleri’nin askerî ve yumuşak güç konseptlerini analiz ettiler. 15 Temmuz sonrası nitelik kaybına uğradığı iddia edilen Deniz Kuvvetleri’nin kalifiye gücünü net bir şekilde ortaya koydular.
Deniz Kuvvetleri personelinin sunumlarına sivil katılımcıların yaptığı katkılarla daha da zenginleşen panelde ortaya konulan tablo şu gerekliliği sergiledi: Anavatan ve “yavru vatan” için “mavi vatan”. Buna (“olmazsa olmaz” şekilde gereklilik arz eden) hava hâkimiyetini de eklemek gerekiyor. Türkiye’nin bu hava hâkimiyeti anlayışına “gök vatan” ismini öneriyorum. Geleceğin güvenliği, deniz konuşlu hava ve füze savunma sistemleriyle tesis edilebileceğinden, hava ve deniz müşterekliğinin, “mavi vatan”ın yanında “gök vatan”ın da içinde bulunduğu savunma mimarisiyle mümkün olabileceğini öngörebiliriz. Yakın bir gelecekte, Türkiye’nin “hava savunma firkateyni/muhribi” gerekliliği üzerine konuşacağız. Çünkü Türkiye’nin kısa, orta ve uzun vadede en önemli meselelerinden biri olan Kıbrıs’ın güvenliğini sağlamak için deniz-hava müşterekliği gerekecektir. Bunun için bir çatışma ortamı gerekli değildir. Zira daha önce de defaatle belirttiğimiz üzere, silahlı kuvvetlerin barıştaki görevi, mevcut hakların korunabilmesi için caydırıcılık vazifesi ifa etmektir. Bu durumda deniz havacılığının önemi de ön plana çıkmaktadır.
Deniz Kuvvetleri “Fetömetre” uygulamasıyla FETÖ’yle mücadelede büyük ve örnek teşkil eden bir mesafe kat etti. Deniz Kuvvetleri ve dolayısıyla TSK’nın “grand stratejik” yol haritasının çizilmesine katkı sağlayan Kuvvet Karargâhı’nın, tarihî köklere dönüş yolunda da önemli bazı uygulamaları oldu. Mavi Vatan tatbikatından dönüş yolunda, Karadeniz’de bulunan Türk harp gemileri İstanbul boğazından geçerken tarihî bir ritüeli yeniden canlandırdılar. Türk askerî kültürünü diğer askerî kültürlerden ayıran unsurların başında törenler ve ritüeller gelir. Türk ordusunun ve bahriyesinin törenleri, tarih boyunca yabancılar tarafından sayfalarca anlatıldığı halde bitirilememiştir. Barbaros Hayrettin Paşa’nın türbesini “çimariva” ile selamlamak da Türk askerî tarihinin Bahriye kültüründeki en önemli ritüellerden biriydi. Deniz Kuvvetleri Mavi Vatan tatbikatı sonrası Karadeniz’den dönen gemileriyle bunu yeniden başlattı. Bahriye tatbikat sonunda en kıdemli komutanlarından birini selamlayarak bu geleneği yeniden canlandırmış oldu. Aynı zamanda “Barbaros’un yolunda” mesajını vererek “güçlü bir Bahriye” vurgusu yapmış oldu.
Şu anda Doğu Akdeniz’de devlet olarak tabii kaynak arama faaliyeti yürüten tek güç olan Türkiye, kısa bir süre önce Mavi Vatan tatbikatıyla denizcilik hususunda farkındalık oluşturdu. Deniz Kuvvetleri tarafından yapılan bu tatbikatın etkisi bütün Akdeniz’de ve küresel güçler nezdinde hissedildi. Bunun üzerine, cevap vermek mahiyetinde, Yunanistan ve Mısır gibi birkaç donanma harekete geçerek ortak tatbikat ve tatbikat planlamaları yaptı. Türk Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı bu hamleye yine eskiden beri yapmakta olduğu çok büyük bir tatbikat olan Deniz Kurdu tatbikatıyla cevap vermeye hazırlanıyor.
Deniz Kuvvetleri tarafından düzenli olarak 2 yılda bir gerçekleştirilen Deniz Kurdu tatbikatı, daha önceki tatbikatlardan daha büyük olacak. Bu durum personelin niteliğini göstermesi bakımından çok hayatî bir sınav. Çünkü 103 gemiyle yapılan Mavi Vatan tatbikatının başarısının tesadüf olmadığını, Deniz Kurdu tatbikatı gösterecek.
Mavi Vatan tatbikatının etkileri henüz geçmemişken Deniz Kurdu’nun yapılacak olması, Türkiye’nin deniz hak ve menfaatlerini muhafaza etmedeki ısrarının bir göstergesi olacak. 2 ay kadar önce icra edilen Mavi Vatan tatbikatıyla birlikte düşünüldüğünde, bu kadar kısa süre içerisinde bu kadar büyük iki tatbikat yapan deniz gücü dünyada çok azdır. Bu bilgi, emek ve entelektüel personel kültürü gerektirir.
Askerî kanatta vurgulanan kararlılık sivil kanatta da kendisini net bir şekilde gösteriyor. Türkiye’yi dikkate almadan yapıldığı izlenimi veren hiçbir müzakerenin ve “çözümün”, stratejik olarak bir geçerliliği yoktur. TSK’nın Kıbrıs’a çıkarma yapmadan önce Rumların gerçekleştirdiği katliamların izleri hâlâ Barbarlık Müzesi’nde görülebiliyorken, adadaki Türk nüfusu korumasız bırakarak TSK’sız bir bölge üzerinden müzakere yürütmek demek, tam anlamıyla “gafil avlamaya çalışmak” demektir ve bu oyunun tekrarlanma ihtimali yoktur.
Türkiye’nin denizcileşmesi yolunda atılan ve atılacak olan adımlar, sivil denizciliğin güçlendirilmesi, liman hizmetlerinin kapasitelerinin artırılması, yeni sivil ve askerî liman ve üslerin inşası, denizcilikle ilgili yeni kurulan ve kurulmakta olan sivil kurumlar, Türkiye’nin daha güçlü bir şekilde geleceğe bakabilmesini sağlayacak. Anavatan, “yavru vatan” ve “gök vatan”ı birbirine bağlayacak ve bu denklemin temel harcı olacak zemin ise “mavi vatan”dır. Bu ifadelerden çok rahatsız olduğu belli olan komşumuz Yunanistan’ın Türk karasuları ve ortak paylaşım hususlarında gerekli hassasiyeti göstermesi gerekir. Aksi takdirde “mavi vatan”, Yunanistan için can sıkıcı bir ifade olmaya devam edecektir.
Kaynak: AA