Cezadan kurtulma umuduyla kimi suçluların mahkemede akli dengesinin yerinde olmadığı izlenimi vermeye çalıştığı örneklerle sabit. Peki, iddia edildiği gibi akli dengesi yerinde olmadığı belgelenen herkes cezadan muaf tutulur mu? Cezai ehliyeti olmayan kişinin vasisinin sorumlulukları neler?
"Akli dengesi yerinde olmadığı iddia edilen..." Saldırı, cinayet, yaralama, taciz, yangın, hırsızlık, kundaklama gibi birçok olayda suçlu profilini anlatmak için kimi zaman bu ifade kullanılır. Gerçek şu ki, akli dengesi yerinde olmayan kişilerce gerçekleştirilen suçların sayısı azımsanmayacak kadar çok. Ancak mahkemede bu izlenimi vermeye çalışanlara da sıkça rastlanıyor... Oysa, "ben akıl sağlığına, cezai ehliyete sahip değilim" gibi beyanlarla suçtan kurtulmak mümkün değil. Türk Ceza Kanununa göre bazı hastalık ve durumların cezai sorumluluğu bulunmuyor. Peki, hangi hastalıklar ve durumlar için geçerli bu kanun?
Bilinç durumundaki problemler, şizofreni, manik depresif bozukluklar, kleptomani ve benzeri hastalıklar kişilerin ceza almasını etkileyebiliyor. Ancak prosedür sosyal medyaya yansıdığı kadar basit ve kolay değil. Hastalığı olmasına rağmen normal hayatına devam edebilen, sosyal medyada paylaşımlar, alışveriş yapabilen kişilerin cezai sorumluluğu kısmen de olsa taşıdığı kabul ediliyor. Cezai ehliyeti olmayan kişilere vasi de atanıyor. Vasilerin şüpheli bir durumda yetkililere haber vermemesi onların da ceza almasına yol açabiliyor. Türk Ceza Kanununun 32. maddesi akıl hastalıkları ve cezai ehliyetle ilgili konuları düzenliyor. Biz de ceza sorumluluğu ve vasilikle ilgili merak edilen her şeyi Hukukçu Hasan Oymak'a sorduk.
Cezai ehliyet ne demek?
Cezai ehliyet; bir kimsenin belirli bir tarihte ve yerde işlediği bir suça ilişkin kusur yeteneğine sahip olması demek. Yani kişinin suçu işlediği tarihte ve o suça ilişkin olarak kusur yeteneğine sahip olması gerekiyor. Sahip olan kişilerde normal Türk Ceza Kanunu'nda söz konusu suça ilişkin olarak belirlenmiş olan cezalar kapsamında cezalandırılıyor mahkemeler tarafından.
Hangi hastalıkların ceza sorumluluğu bulunmadığı kabul ediliyor?
Burada akıl hastalığı önemli hususlardan bir tanesi. Bunun incelemesi yapıldığında bir sürü madde ortaya çıkabiliyor, cezai ehliyet tamamen yahut kısmen ortadan kalkabiliyor. Bilinç durumundaki problemler, şizofrenik problemler, manik atak problemleri, kleptomani, zeka geriliği, kişilik bozukluğu, epilepsi, paranoya, psikozlar, obsesif kompulsif bozukluklarda farklı testlerle değerlendirme söz konusu. 12 yaşın altındaki çocukların da cezai ehliyeti bulunmuyor. Alzeimer, demans(bunama) hastalıklarıyla mücadele eden yaşlılar için de cezai sorumlulukla ilgili sınırlamalar var. Ayrıca uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanımının bazı rahatsızlıkları tetikleyerek bu kişilerin suça yönelmesini kolaylaştırıyor.
Suçu işleyen kişi akli dengesinin yerinde olmadığını iddia edebiliyor. Tek bir rapor yeterli mi mahkemenin kabul etmesi için?
Genellikle suçu işleyen kişinin ailesi, yakınları tarafından bir dilekçe ile kişinin cezai ehliyeti olmadığı söylenir. Böyle bir durumda Cumhuriyet Savcısı kişinin uzman bir hastanede, uzman doktorlar eşliğinde gözetim altında kalmasını talep edebiliyor. Bu süre gerekirse birkaç defa da artırılabiliyor. Gelen rapor ile karşı tarafların sunmuş olduğu rapor arasında bir fark varsa, ikisi arasında bir çelişki var ise, bu durumda Adli Tıp'ın sağlık kurulundan yeniden rapor alınması zorunlu. Yani üçüncü bir raporla çelişki ortadan kaldırılır. Kişinin "ben akıl sağlığına sahip değilim, cezai ehliyete sahip değilim" gibi tek bir raporla ya da beyanla suçtan kurtulması mümkün değil.
Sağlık kuruluşlarının, Adli Tıp'ın raporu çok kıymetli. Yani dışarıdan görünen haliyle sosyal medyada yansıyan haliyle bu kişinin sağlık durumunun yüzde yüz ve cezaya ehliyetsizliği gerektirdiği ya da tamamen rol yaptığı gibi bir hükme varmak mümkün değil. Sosyal hayatın içinde ise yaptığı eylemlerin hukuki sonuçlarını değerlendirebiliyor, idrak edebiliyor ve bu konuyla ilgili iradesini yönlendirebiliyorsa yüzde yüz cezai ehliyetsizlik altında değildir.
Mahkeme bu hususu değerlendirirken iki açıdan değerlendirmek durumunda; suç tarihi itibarıyla kişinin işlemiş olduğu fiillerin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayıp algılayamadığı ve bu fiillerle ilgili davranışlarının da yönlendirilip yönlendirilemediği değerlendirilir. Eğer bu iki kriteri taşımıyorsa o kişiye ceza verilmez.
Akıl hastalığı durumunda ısrarla altını çizerek söylüyorum, o fiilin işlendiği esnada var olup olmadığının hastane tarafından özenle ve dikkatle değerlendirilmesi gerekiyor. Çünkü sonradan ortaya çıkmış ya da daha önceden ortaya çıkmış ama olay esnasında var olmayan cezai ehliyetsizlik durumu, kişinin ceza almasını ortadan kaldırmaz.
Akli dengesi bulunmayan kişilere vasi atanıyor. Vasilerin ne gibi sorumlulukları var?
Söz konusu kişiler, başkaları aleyhine güvenlik problemi teşkil etmemesi için vesayet altına alınabilir. 405. madde var: Türk Medeni Kanunumuz orada der ki: Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her ergin kısıtlanır. Başkalarının güvenliğini tehlikeye sokması halinde kısıtlanır diyor. Bu tür durumda zaten bir vesayet durumu söz konusu. Vesayet yükümlülüğü altına girmiş olan vasilerin de bu süreçte görevlerini yaparken bu kişilerle ilgili olarak denetim mekanizmalarını işletme zorunluluğu var. Hastaneye yatırması için başvuru yapma zorunluluğu var. Herhangi bir güvenlik durumu söz konusuysa bununla ilgili yetkili makamlara bildirme yükümlülüğü var. Bu aslında muhtemel bir suçu, işlenmekte olan bir suçu bildirme yükümlülüğünün de kapsamında olan bir hadise. Çünkü vesayet vasilik müessesi aynı zamanda bir kamu görevi. Vasisi olduğunuz kişinin bir suç işleme eğilimi, niyeti ve harekete geçme durumu söz konusu olduğunda bunu fark etmiş iseniz bunu zaten direkt yetkili makamlara bildirmekle yükümlüsünüz.
Ortaya çıkması muhtemel olan bir suç var ise o suçun yetkili makamlara iletilmesi konusunda psikiyatrların da yükümlülük altında olduğunu söylemeliyiz. Her ne kadar hasta ve doktor arasında gizlilik yükümlülüğü olsa da, Türk Ceza Kanununun bu maddesi sır saklama yükümlülüğünün önüne geçiyor.
Bir kişinin raporu var ama günlük hayatına da devam edebiliyor diyelim... Bu kişiler de ceza almıyor mu?
Burada mutlak bir akıl hastalığının cezai sorumsuzluk durumu ile kısmi akıl hastasının cezai sorumsuzluk durumu birbirinden farklı. Eğer normal hayatına devam edebiliyorsa, sosyal medyada paylaşımlar yapabiliyorsa, alışverişlerini yapabiliyorsa, yaptığı diğer işlemlerin, fiillerin, eylemlerin sonuçları konusunda fikir sahibiyse, bunları idrak edebiliyor ise, bu kişilerin öncelikle vesayet altında olup olmaması hususu önemli. Yani ailesinden, yakınlarından bu kişinin bu durumunu gören kişilerden öncelikle ihbarların gelmesi lazım. Devletin yetkili makamlarının bundan haberdar olması lazım. Sürekli tedavi durumu söz konusu olabilir ya da hastaneye yatırılma durumu söz konusu olabilir.
Bu kişiler hakkında herhangi bir vesayet durumu söz konusu değil ise yüzde yüz değil ama kısmen akıl sağlığının olmaması gibi bir durum söz konusu ise bu kişi söz konusu fiilinden dolayı yargılanacaktır, bundan dolayı bir ceza alacaktır.
Ayrıca sosyal hayatın içinde ise, yaptığı eylemlerin hukuki sonuçlarını değerlendirebiliyor, idrak edebiliyor ve bu konuyla ilgili iradesini yönlendirebiliyorsa yüzde yüz cezai ehliyetsizlik altında değildir.
Mahkemeyi yanıltmaya çalışanlar da kuşkusuz oluyordur?
Bazen sanıkların zaman kazanmak için yahut mahkemeyi kandırabilir miyiz diye çok normal olmayan hareketler, sözler ile mahkemenin böyle bir süreç içerisine girmesini sağladıkları ile karşılaşıyoruz. Ama sonuçları onlar lehine olmuyor. Çok hassas ve defalarca bütün detaylarıyla incelenerek hazırlanacak olan bir rapor söz konusu. Gerçek mutlaka ortaya çıkacak.
Bu tür hastalıklarda aile desteğinin de öneminden bahsediliyor? Suç oranlarına yansıyor mu bu durum?
Amerika gibi bir kısım ülkelerde bu tür fiilleri işleyen kişilerin cezai sorumluluğu kısmen ya da tamamen taşımakla birlikte bu tür fiilleri işleyen kişilerin sayısının çok daha fazla olduğu belirtilmişti. Bizim ülkemizde kısmen daha az. Aile kavramının oralarda daha azalmış durumda olduğu ortaya çıkan herhangi bir probleme aile bireylerinin müdahale ederek tedavi ve çözüm noktasına getirdiğini söylemişlerdi. Aile kavramının belki suçların önlenmesi, azaltılması anlamında da çok faydalı olduğuna tekrar altını çizerek söylemek istiyorum. Ailesiyle yaşaması bu tür insanlar üzerinde bir kontrol sağlıyor. Aile desteği çok önemli.