İstanbul tarih boyunca dünyanın en önemli ve stratejik şehirleri arasında yer aldı.
Roma, Bizans ve Osmanlı gibi asırlık imparatorluklara da ev sahipliği yapan İstanbul, ticaretin merkezi konumunda olmasına rağmen tarım ve hayvancılıkta da kendisine yetebilen bir şehir oldu.
Özellikle Bizans’ın sonları ve Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde semt ve mahallelere ait bostanlarda halkın sebze ve meyve ihtiyacının büyük bölümü karşılanıyordu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1950’lere kadar geçen süre zarfında mahallelerde bulunan bostan kültürü yine devam ederken, köyden kente göçün artması ile birlikte gelen nüfus yoğunluğu nedeni ile İstanbul’un bostanları imara açılmaya başlandı.
1980’lerden itibaren ise yaygınlaşan şehirleşme ile birlikte bostan kültürü de kaybolmaya yüz tuttu. Günümüzde 16 milyon nüfusu barındıran İstanbul’da bostan kültürü az da olsa devam etse de, sadece iki bostan imparatorluk günlerinden bugüne kadar ulaşabildi;
Piyalepaşa ve Yedikule Bostanları...
Çeşit çeşit ürün yetişiyor
Bu ikiliden Kasımpaşa’da bulunan Piyalebaşa Bostanı Mimar Sinan’ın eseri olan Piyalepaşa Camii’nin hemen yanında yer alıyor.
1573 yılında yapılan Piyalepaşa Camii’nin giderlerini karşılamak için cami vakfına bağışlandığı söylenen Piyalepaşa Bostanı’nın geçmişinin ise camiden çok daha eskilere gittiği söyleniyor.
Günümüze kadar ulaşabilmiş son tarihi bostanlardan Piyalepaşa Bostanı’nı küçüklüğünden beri bahçe işleriyle uğraşan 42 yaşındaki Mevlüt Özal işletiyor.
Özal, bostandaki işleri anne ve babası ile birlikte sürdürürken babasının rahatsızlanması sonrasında tek kaldığını anlatıyor.
“Burası 543 yıllık tarihi bostan olarak tescillendi. Buranın işletmesi rahmetli Seyit Amca’daydı. Öleli 15 yıl oldu. Biz devraldık. 15 yıldır işletmesini biz yapıyoruz”.
Bir tarihi ayakta tutmanın tarifinin imkansız olduğunun vurguluyor Mevlüt Özal.
“Burada bir diğer tarafta ise üç su kuyusu vardı. Oralar da tarihiydi. Dere yatağı olduğundan buraya kadar tekneler geliyormuş. Dere yatağından caminin kenarına kadar tekneler bağlanıyormuş. Hatta hala iskelenin bağlandığı taşlar var. Canlı canlı ayakta tutmak, yıkılmasını önlemek, ürünleri taze taze halkımıza sunmak çok güzel bir duygu” diyor.
Yüzlerce yıldır ürün veren Piyalepaşa Bostanı’nda sebze olarak genellikle karalahana, pazı, roka, tere, semizotu, beyaz lahana meyve olarak ise yazın incir, erik dut yetişiyor.
Bakımı zor
Organik olarak yetiştirilen ürünler toptancılar yerine parekende olarak mahalleliye satılıyor.
“Organik üretimde ilaç kullanması olmuyor. Doğal hayvan gübresi ile birlikte. Millet ot ilacı kullanır. Biz otları tek tek yoluyoruz. Bu sene ekim biraz yavaş oldu çünkü tek kaldım. Gelecekte daha çok canlandırmak istiyorum”.
Özal, bostan bakımının zor olmasına karşı kendisine zevk verdiğini söylüyor.
“Çok zor oluyor. Tohumu atıyorsun içinde otu bitiyor. Otu temizliyorsun su istiyor. Ekiyorsun, oranın bakımı bitmeden diğerinin bakımı geliyor. Burada bir insan imkansız, yetişemiyor. Makine sistemi olmadığından insan çok zorlanıyor ama böyle daha keyifli. Neden dersen her şey doğal oluyor”.
Yedikule Bostanları demek, yirmi dokuz bahçe demek
İstanbul’un günümüze kadar ulaşan bir diğer bostanı ise marulu ile meşhur “Yedikule Bostanları”.
Zeytinburnu’nda yer alan bu bostanların tarihi ise Piyalepaşa’dan çok daha eskiye dayanıyor.
Bizans İmparatorluğu’ndan bu yana surlarla bütünleşen Yedikule Bostanları’nda günümüzde ise yirmi dokuz bahçe bulunuyor.
Bu bahçelerden birinin işletmeciliğini yapan ve aynı zamanda Yedikule Bostancılar Derneği Başkanı olan Dursun Kaplan, 30 yıldır İstanbulluya sebze ve meyve üretiyor.
Tıpkı Piyalepaşa’da olduğu gibi Yedikule’de de çeşit çeşit ürünler yetiştiğini belirten Kaplan; “Burada mevsimine göre kışın beyaz lahana, pırasa, havuç, kara lahana yazın ise semiz otu, maydanoz, reyhan, kekik, roka, tere, kırmızı turp, marul gibi yeşilliğin her türlüsü ekiliyor” diyor.
Bostanlar olmazsa, tarih de olmaz
Dursun Kaplan ,tarihle iç içe olmanın kendileri için gurur verici olduğunu söylüyor.
“Yedikule Surları ile Yedikule Bostanları. İkisi bir bütün. Bostan olan kale surları ile boş olan kale surları arasında dünya kadar fark var. Geçmişte burada harabeye dönmüş yerler vardı ama biz bostancılar olarak kendi malımız, canımız gibi koruyoruz. Bu da bize iyi geliyor”.
Dursun Kaplan’ın eşi Kezban Kaplan ise yaptıkları işin dışarıdan kolay gözüktüğünü ama gerçekte olanın görünenden çok daha zor olduğunun altını çiziyor.
“Çapasını yapmak, ekmek, bellemek, dikmek, fidelemek. Zor tarafı bunlar ama buraya geldiğin zaman için açılır. Doğayı, yeşili sevmeyenin yapacağı bir iş değil”.
Yedikule Bostanları’nın Unesco tarafından tescil aşamasında olduğunu söylüyor Dursun Kaplan.
Yedikule’nin ve Yedikule Surları’nın anlam ifade etmesi için bostanların şart olduğunu belirten Kaplan, “Bostanlar biterse Yedikule Surları da biter, yani tarih biter” diyerek Yedikule Bostanları’na daha fazla önem verilmesini istiyor.
Kurgu: Cihan Karaahmetoğlu