Babasından el aldı; bağlama sesiyle uyudu, bağlama sesiyle büyüdü ve müzisyen oldu.
Hayatını sanata adayan Yılmaz Demirtaş, gittiği köylerin birinde bir çocuğun enstrümana duyduğu ilgiden etkilenerek, müzikle iç içe büyüyen çocuklar yetiştirmek için ‘’Küçük Eller’’ projesini başlattı.
Buse, Ayaz ve Hatice gibi nice yetenekli çocuk müzisyen Yılmaz Demirtaş’ın başlattığı Küçük Eller projesi ile hayal ettikleri enstrümanlara kavuşuyor.
Projeyi ilk duyduğumda ekmeğini gazetecilikle kazanan ama hayatının fonunda müzikle yaşayan biri olarak çok heyecanlandım. Bir gitar sahibi olabilmek için verdiğim mücadeleyi hatırladım.
Demirtaş’ın kendi bahçesine bir fidan dikerek başlattığı bu girişim zamanla koca bir ormana dönüştü. Türkiye’nin dört bir yanından müzik aletleri gelmeye başladı ve bu iyiliğe sanatçılar da ortak oldu.
Kemalpaşa’nın Vişneli Köyü’nde süpürgeyi bağlama, yoğurt kovasını davul yapan; elleri küçük hayalleri kocaman üç çocuk vardı; Buse, Ayaz ve Hatice…
"Uzun ince bir yoldayım’’ söylüyorlar; uzun sap süpürgesinde parmakları bir yukarı bir aşağı gidiyordu Ayaz’ın.
Bağlama çalıyor-muş gibi yapıyordu. O süpürgeden bağlama sesini duyuyorduk. Yani duyuyormuş gibi yapıyorduk.
"Umarım yakın zamanda gerçek müzik aletlerimiz olur..."
Buse ‘’Umarım en yakın zamanda benim ve arkadaşlarımın gerçek müzik aletleri olur’’ dediği anda yolculuk çoktan başlamıştı. Kimileri için küçük, Vişneli Köyü’nün büyük hayalli çocukları için unutulmayacak bir gün olacaktı.
Kiraz kokulu köyde çocukluğuma döndüğüm bir gün geçirdim. Sabah Yılmaz Demirtaş’ın yanına gittiğimde birçok bağışçı ellerinde enstrümanla geldi.
Asıl sürpriz ise bağlamanın teline her vurduğunda yüreğimize dokunan, sanatına ömrünü adamış bir üstadın bu projeye dahil olmasıydı. Elinde bağlamasıyla bir çınar daha girdi bu ormana: Cengiz Özkan…
Cengiz Özkan'dan miniklere sürpriz
Enstrümanları topladık, çıktık yola. Gönüllü öğretmenlerin eğitim verdiği müzik sınıfında onlarca çocuk meraklı gözlerle kapıdan içeri giren Cengiz Özkan’a baktı. Daha dikkat çekeni omuzlarındaki enstrümanlardı elbette. Bir alkış koptu. Üstat ağır ve kalender duruşuyla selamladı çocukları.
Başka bir telaş… Ağacın altından kalkıp nefes nefese koşan üç küçük müzisyen; Buse, Ayaz ve Hatice… Neydi bu kalabalığın sebebi? Kapıdan içeri girdiler, Cengiz Özkan ‘’Gel Buse’’ dedi. Buse koştu yanına Cengiz Özkan’ın, ona uzattığı bağlamayı aldı utangaç bir edayla. Ayaz koştu sonra… Önce Cengiz Özkan’a, ardından bağlamasına sarıldı. ‘’Çok güzel, çok beğendim.’’
İçinde fırtınalar kopan, hayal ettiği bağlamaya kavuşan Ayaz’ın ağzından iki kelime döküldü sadece ama gözlerindeki ışık bu iyilik ormanının yolunu aydınlattı.
O ağacın altında, uzun sap süpürgeden çıkan türküyü bir kez daha duyduk hep bir ağızdan, Cengiz Özkan’ın vurduğu bağlamanın tellerinden… Bu defa ne onlar çalmış gibi yaptı ne de biz duymuş gibi yaptık. Uzun ince bir yolda hep beraber yürüdük.
O gün bir kez daha anladım ki sanat birleştiricidir, aydınlatıcıdır ve üstadın da dediği gibi ‘’ İyilik bulaşıcıdır.’’
Kamera: Damla BÜRÇELER – Serhat ALABUĞA