Merkez üssü Pazarcık ve Elbistan ilçeleri olan 6 Şubat'taki 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlere yakalanan sağlıkçılar, kimseden çağrı beklemeden görevlerinin başına giderek yaralılara umut olmaya çalıştı.
Görev aşkıyla hareket eden ekipler, ailelerini güvenli yerlere aldıktan sonra açlık, susuzluk ve yorgunluk dinlemeden günlerce süren mücadeleleriyle yaraların hızla sarılmasında ön saflarda yer aldı.
Sağlıkçılar, karşılaştıkları zorluklar ve hayatlarında daha önce tecrübe etmedikleri deprem karşısında binlerce insanın imdadına koştu.
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ) Rektörü Prof. Dr. Alptekin Yasım, depremin ilk günü iletişim hatları çalışmadığı için telefonla kimseye ulaşamadığını, durumu öğrenmekte zorluk yaşadığını söyledi.
Hastaneye çok yaralı geldiğini, ikinci depreme görev başında yakalanan personelin moralinin bozulduğunu belirten Yasım, "Toparlanmamız biraz zaman aldı ama gelen her hastaya müdahale edildi. Depreme bağlı bilişim sisteminde problemler ortaya çıktı. Dolayısıyla sağlıklı bir kayıt yapmamız mümkün değildi." dedi.
Yasım, depremin ilk günlerinde yaralı sayısının inanılmaz rakamlara ulaştığını ifade ederek, şöyle konuştu:
"Ben 30 yıllık hekimim, böyle bir tabloyla karşılaşmadım. Ardı arkası kesilmiyor. Acilde ilk günlerde sadece hastaya hayati tehlikesi varsa müdahale ediliyordu. Aklın almayacağı bir tabloydu o günler. Hastanedeki arkadaşlarımız gerçekten çok fedakarca çalıştı. Bir taraftan evladını, annesini, babasını defnedip orada cansiparane çalışan insanlar oldu. Büyük bir fedakarlık örneği. Gece gündüz çalıştılar. Belki acile 10 bin, 20 bin hasta ve yaralı geldi. Bu inanılmaz büyük bir sayı. Şehirde hizmet gören tek büyük hastane biz kaldık. Şehir Hastanesinin ameliyathanesi zarar gördü, ameliyat yapılamadı. Ek binasında birtakım ameliyatlar yapıldı ama şehrin büyük bir yükünü, yüzde 80 sağlık yükünü üniversite hastanesi taşıdı. Şu anda da aslında halen öyle, çok düzelmiş değil. Bizde şu anda şehrin inanılmaz bir yükü var."
"Annem bir can, şehir çok can"
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ) Tıp Fakültesi Dekanı ve Anestezi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hafize Öksüz ise gece büyük bir sarsıntı ve gürültüyle uyandıklarını söyledi.
Durumu merak ederek bir an önce hastaneye geldiğini anlatan Öksüz, "Yoğun bakımı, asistanları ve hemşireleri kontrol ettim. 90 yaşındaki annemi eşime emanet ettim. Annem bir can, şehir çok can. O nedenle hastanede olmamız gerekiyordu." ifadesini kullandı.
Öksüz, saat 05.00'ten sonra yaralıların gelmeye başladığını kaydederek, şöyle devam etti:
"Hastane afet planları vardı, tatbikatlar yapılırdı ama bu olay çok farklıydı. Bu yaşanılan depremin boyutu, şiddeti, etki gücü çok fazla olduğu için psikolojik anlamda hepimiz depremzede olarak travmatizeydik ama tüm tıp personeli aktif olarak çalışmaya başladı. Herkes bir görev sorumluluğuyla başladı. 2 saat sonra her yer dolmuştu. Hastalar geliyor, çok ölü geliyordu, sayı çok fazlaydı. Her yer hasta, her yer yaralı. Yorulmayı düşünemeyeceğin bir ortam, 'Yorulduk' diyemezsin. Herkes birbirini dinlendirerek çalıştı. Sorunlar giderildi. 6 saat sonra işi düzene koymuştuk. Herkes düşünmeden, çok özveriyle çalıştı. Çok kötü günler geçirdik."
Hastanede 15 gün, bulduğu yerde kaldığını aktaran Öksüz, "İlk gün akşam bir kız çocuğu getirmişlerdi, anne babası yok, hiç kimsesi yok. Birileri getirmiş, o çocuk beni çok etkilemişti. Meslekte 34 yılımı bitirdim. 34 yıllık tüm tecrübemin bu bir yılda daha fazlasını gördüm. Unutamadığım çok şey var ama şu an psikolojimiz travmatize." diye konuştu.
"Bir girişimiz vardı, çıkışımız 3 gün boyunca olmadı"
KSÜ Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi Acil Sorumlu Hemşiresi Lütfiye Mangır ise depremden sonra kimseye ulaşamayınca hastaneye gelme ve ilaç deposunu açma düşüncesiyle harekete geçtiğini söyledi.
Hastaların gelmeye başladığını belirten Mangır, "Burası ana baba günüydü. Depoyu açtık, ilaçları çıkardık. Alanların hasta organizasyonunu yapmaya başladık. O anda buradaydım, sonrasını bilmiyorum. Bir girişimiz vardı, çıkışımız 3 gün boyunca olmadı." dedi.
Mangır, deprem ve soğuk havayı birlikte yaşadıklarına değinerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bir de ne yapacağımızı bilememe korkusu. Hastaları alınca nereye yatıracağız, yatıracak yer yok, sevk edeceğiz, hasta yakınları yok. Elimizden geldiğince canla başla çalıştık. Kovid'den sonra yaşamış olduğum en büyük deneyimlerden bir tanesiydi. Gelen hastalardan bir tanesi senin akraban, halan, amcan, teyzenin kızı. Bir Maraşlı olarak bizim felsefimiz 'biz burada olmazsak kim olacak, memleketimin insanına kim yardımcı olacak'. Bu amaçla çalıştık. Ondan dolayı bir gün olsun gocunmadık. Elimizden geleni de gelmeyeni de imkanlar doğrultusunda yapmaya çalıştık."
Anılarından bahseden Mangır, "Öyle hastalar geliyor ki çocuğun anne babası yok, ben onun annesiyim. Bir anne var, evladı yok. Onun yavrusunu bulmak için uğraşıyorum. Onların acısına sadece destek olabiliyorsun. Böyle durunca devamlı çalışıyorsun. İlk gün hiç su içmemişiz, su içecek vaktimiz yoktu. Bunu ne yapabilirim, buna nasıl yardımcı olabilirim, nasıl ısıtabilirim..." diye konuştu.
Mangır, acılarının kalplerinde olduğunu ve geçmediğini dile getirerek, şunları kaydetti:
"Maraşlı olarak depremi yaşayanlar, bir de yaşamayanlar var. Biz yaşayanlardık, hiç geçmiyor. Her daim sanki bir deprem olsa ne yapacağız, tekrardan o şartlar geliştiğinde nasıl davranacağız. Biz hep bu şekilde yaşıyoruz. Bir yılımız bu şekilde geçti. Bunun geçeceğini düşünmüyorum. Sadece yaralarımız kabuk bağlayacak, hiçbir şekilde iyileşeceğimizi düşünmüyorum."
"Çocuğumu kucağıma alıp hastalara yardımcı olma telaşına düştük"
Hemşirelik Hizmetleri Müdür Yardımcısı Gül Tuz Doğaner de Kahramanmaraşlı olmadığı için biri 7 aylık 2 çocuğunu bırakacak kimsesi bulunmadığından onları da hastaneye götürdüğünü anlattı.
Hastaneye geldiğinde durumun ne kadar vahim olduğunu anladığını ifade eden Doğaner, "Çocuğumu bir yere bırakma gibi bir ihtimalim yoktu. Çünkü bakıcı da kendi derdindeydi. Herkes kendi ailesini toparlama derdindeydi. Çocuğumu kucağıma alıp hastalara yardımcı olma telaşına düştük." dedi.
Doğaner, çocuğunu ana kucağına yerleştirdiğini belirterek, şunları söyledi:
"Depremle birlikte hastaneye girer girmez çocuğu bırakacak güvenli ortam bulamıyorsun. Herkes kendi derdinde. Çocuğumu alıp anne kucağını yan tarafıma koyup hızlı bir şekilde hastalara müdahale etmeye çalıştım. Gerek damar yollarını açma, gerek onları düzenleme, gerek hemşire organizasyonu yapma. Ama yanında canını birlikte gezdirerek geziyorsun. Çünkü aynı durumda insan en kıymetli, en değerli varlıklarını yanında taşıyor. Sen de bir depremzedesin, sen de bir annesin, sen de bir yöneticisin. Herkesi aynı anda toparlamak senin görevin. Eğer ben de kalemi terk ediyor olsam bu defa bu kadar hastaya bu kadar yaklaşımı kimin yapması gerekir?"
Çocuğunu bazı zamanlarda tanımadığı kişilere bıraktığını kaydeden Doğaner, bu şekilde acilde görevlerini yerine getirmeye çalıştığını aktardı.
Doğaner, unutamadığı anlarla ilgili şunları kaydetti:
"Çocuğum kucağımda, kendim depremzedeyim, yardıma ihtiyacım var gibi düşünemedim. Çünkü diğer ellerin bana uzanıp 'Bana yardımcı olun, ne olur gitmeyin' dedikleri çığlıkları oldu. Onlar çok etkiledi. Onu görünce diyorsun ki benim canım değil, diğer canlar önemli. Ben sağlıkçıyım, benim sadece kendi canımın olmadığını, bunu daha çok gördük."